İçimizdeki Sessizlik / Leyla Güven
Bazen bakar dururuz göğe, veyahut göğü süsleyen doğanın cıvıl cıvıl renklerine. İlk bakışta ne kadar güzel görünür değil mi her şey? Kalktığınızda mis gibi kokan tertemiz bir hava hâkim sokaklara. Sonra gökyüzünde parlayan sıcak bir güneş süsler kaldırımları. Ağaçlar arkadaşlık yapıyordur bahar çiçeklerine. Bisikletler vızır vızır, çocuklar içlerindeki neşeyle dolup taşırmış sanki onları.
Ama sanki düşünüyorsun da bir şeyler eksik gibi ruhumuzda. Ne bileyim, hani böyle içine oturmayan bir şeyler var. Her şey bu denli güzel ve yerli yerindeyken hem de. Ne olabilirdi sahi, gök mavi, orman bu denli yeşilken? İçimizde eksik kalan bir şeyler olduğunu fark ediyoruz zaman içinde. Sanki yaşadıklarımızda adını koyamadığımız hâlâ bir şeyler var.
Şile sahillerine doğru sessizce yanaşırken bir vapur, içlerindeki sürü sürü kalabalığa imreniyor insan. Biraz düşündüğümüzde sorunun cevabını kendimizde bulabiliyoruz. Aslında çok basit her şey: Kendi yüreğimizin tabiriyle kendimizi yalnızlaştırıyoruz. Nereye gidersek gidelim, kimle olursak olalım, sanki bir başka yalnız ruhumuz.
O imrendiğimiz kalabalıklara karışıyoruz gitgide. Konuşmaya çalışıyoruz ya da yanımızda simit alan, çay alan birine ikramda bulunmaya çalışıyoruz. Hani niyetimiz kötü değil ancak iki kelamı bir araya getirebilsek ah! İşte bütün mesele bu ya, ruhumuz dili çözülememiş sessiz bir çocuk şimdi. Öyle bir sessizlik var ki onun içinde; kelimeleri bütünlesek bile nereye varacağını bilmeden sonunu, nasıl bitebileceğini düşünmeden bırakıveriyoruz tüm sözcükleri öksüzce. Yani kelimelerimiz de sahipsiz kalıyor.
“İki kelamın bile hatırı vardır” derler. Ama bizim o kelamdan her şeyimiz eksik. Belki de konuşunca eskisi kadar gereğince bir dolu samimiyet bulamıyoruz. Ya da belki de bir “merhaba” ile bir gülüşü temas ettiremiyoruz ne yazık. Bir de işin en kötüsü var tabii, onu hiç düşünemiyoruz: Ya karşımızdaki beni anlamazsa? Ya dediğim kelamı gönülden almazsa? Ah işte bu en kötüsü ihtimallerin!
Doğada her şey dengedeyken sebepsizce kırıyoruz birbirimizi. Hiçbir nedene bağlanmadan anlaşamamak ya da anlayamamak yoruyor kalbimizi. Bedenimiz zaten yıpranmış onca iş yükünden ya da onca kalabalığın getirdiği ağırlıktaki üstünlükten. Bir de üstüne üstlük içimizde sessizleşen bir şeyler oluyor. Birilerini kırmamak ya da birilerini anlayamamaktansa sessiz olmayı seçiyor ruhumuz.
Hani dedim ya, çiçeklerin bile arkadaşı var, hayvanların bile. Arılar nasıl da vızır vızır birbirleri için çabalıyor, birbirleriyle barışık. Biz ise hâlâ kendimizi alıştıramadığımız şu sessizlikten çekip kurtaramıyoruz kendimizi.
Ama bir nevi de iyi oluyor. Biz anlaşılmayı bekliyoruz, sevilmeyi istiyoruz. Bir sevgi eline uzanamayacak kadar yasaksa ellerimiz ya da iki kelamdan uzak kalacak kadar tutsak ise dillerimiz, geriye kalan seçimde yine kalbimizdeki sessizlikle baş başayız. Doğa ile konuşuyoruz, ağaçlarla, çiçeklerle, hatta ve hatta en güzel hayallerimizi sığdırabildiğimiz mısraların şiirleri ile konuşuyoruz. Öyle ya, kalemler anlıyor bizi sanki bu hayatta bir tek. Ama nedense insanlarla konuşamıyoruz. Çünkü bildiğimiz veya bilmediğimiz ihtimallerin arasında kaybolmaktan korkuyoruz. Ve bu yüzden her duyguyu, her insanı içimizdeki sessizlikte yaşatıyoruz. Bazen bir şiirin sayfa yapraklarında, bazen bir şarkının müthiş melodisine o sessizlikle kapılıp gidiyoruz.
Kısa özgeçmişim. adım Leyla Güven. İstanbul’da yaşıyorum. sosyal bilgiler öğretmeniyim. serbest alanlarda yazarlık ve şairlik yapıyorum. edebiyatla ve sanatla ilgiliyim. Dergi ekibinizle birlikte yazar olarak yer almaktan mutluluk duyarım.