Sanat ve siyaset… İlk bakışta birbirine uzak, hatta zıt gibi görünen bu iki alan, tarih boyunca çoğu zaman iç içe geçmiş, birbirini beslemiş, kimi zaman da birbirine karşı durmuştur. Sanat, sadece estetik bir üretim alanı değil; aynı zamanda toplumsal bir bilinç, bir direniş, bir ifade biçimidir. Bu yüzden gerçek anlamda politik olan, sadece mecliste değil; bazen bir duvarda yapılmış grafitide, bazen sahnelenen bir tiyatro oyununda, bazen de suskun bir heykelin gölgesinde karşımıza çıkar.
Toplumsal olaylara duyarlı sanatçılar, yaşadıkları dönemin tanığı olmanın ötesinde, o dönemin vicdanı olmuşlardır. Bertolt Brecht’in “Sanat, gerçeği göstermekten ibaret değildir. Onu değiştirilebilir kılmak gerekir” sözü bu anlamda bir pusula gibidir. Sanat, sadece anlatmakla kalmaz, harekete geçirir. Seyirciyi izleyici olmaktan çıkarır, tanıklığa ve zaman zaman sorumluluğa davet eder.
Tarih boyunca pek çok sanat eseri sansürlenmiş, yasaklanmış ya da yok edilmiştir. Çünkü sanatın gücü, bazen bir politikacıdan fazladır. Guernica tablosunun, yalnızca İspanya İç Savaşı’na değil, savaşın kendisine karşı bir haykırış olması tesadüf değildir. Ya da Nazım Hikmet’in dizelerinde yankılanan eşitlik ve özgürlük talepleri… Bunlar sadece şiir değil, bir çağrıdır. Sanatın, dönüştürücü ve çoğu zaman da tehdit olarak algılanan etkisi buradan gelir.
Bugün de durum farklı değil. Modern çağın dijital imgeleriyle, sosyal medya araçlarıyla, sanat artık yeni bir politik dile kavuşmuş durumda. Bir kısa film, bir performans sanatı ya da bir sokak enstalasyonu, günümüzün politik krizlerine doğrudan yanıt verebiliyor. Sanat, bir arabulucu değil; bir kışkırtıcı olabiliyor. Ve bu belki de en saf haliyle, sanatın topluma sunduğu gerçek işlev: Rahatsız etmek, düşündürmek ve değiştirmek.
Ama bu noktada önemli bir ayrım var: Sanatın politize olmasıyla, siyasallaşması aynı şey değildir. Sanat, bir siyasi partinin aracı haline geldiğinde değil; evrensel değerlere, insan haklarına, adalete ve özgürlüğe ses verdiğinde gerçek anlamda politik olur. Taraf olmaz, tutum alır. Eleştirir ama öğretmez. Gösterir ama dikte etmez.
Bugün kültür politikaları da bu ayrımda belirleyici. Bir toplumun sanatçıya verdiği değer, aslında o toplumun düşünce özgürlüğüne, çok sesliliğe ve estetiğe verdiği değeri gösterir. Sansürlenen sanatçılar, yalnızca kişisel olarak değil; bir toplumun yaratıcı potansiyeli bastırıldığı için hep birlikte kaybederiz.
Sanat, yalnızca güzelliğin değil, hakikatin de peşindedir. Ve bu yüzden her çağda, her düzende, her sistemde ya gölgelenmiş ya da parlatılmıştır. Ama ne yapılırsa yapılsın, sanat bir yolunu bulur. Çünkü sanat, insan ruhunun ifade biçimidir. Ve insanın susması mümkün değildir.