Siyah kuğu, hepimizin içinde gölgelediğimiz, içimizdeki beyaz kuğu personasıyla hayata entegre etmeye çalıştığımız, kontrollü kişiliğimizin derinliklerinde gizli kalmış karanlık yönümüzdür.
Ve hayatta kalmak için bazen siyah kuğuyu oynamamız gerekir. Bu iş zor gibi gözükse de aslında kolaydır; asıl zor olan, siyah ve beyaz kuğu arasındaki dengeyi kurmaktır. Siyah kuğu hepimizin içinde, gövde dediğimiz o bilinmezlikte, içimizdeki beyaz kuğunun zarif perdesi ardında kıvrılmış halde bekler.
O perde, topluma sunduğumuz yüzdür; uysal, ölçülü ve hep gülümseyen.
Ama arkasında bastırılmış fısıltılar vardır korkular, öfkeler, arzular, kırgınlıklar.
Siyah kuğu, işte o fısıltıların vücut bulmuş hâlidir.
Gölgedir, ama bizi biz yapan asıl biçimdir.
Beyaz kuğu uyumdur, onaylanma ihtiyacıdır, bir başkasının gözünde parlayan ‘ideal biz’dir.
Oysa siyah kuğu, aynaya baktığımızda gözümüzden kaçırdığımız çatlaklarımızdır.
Kendimizle yüzleşmeye cesaret edemediğimiz her parçamız, ona tüy olur.
Ve biz sustukça o büyür, bastırdıkça daha gür sesle çağırır.
Korkarız ondan, çünkü gerçekleri çıplak bırakır.
Ama unutulmasın ki gölge, yalnızca ışıkla var olabilir.
Biri olmadan diğeri eksik kalır; biri olmadan denge bozulur.
Ve denge, sadece iki kuğunun aynı gölde süzülebilmesiyle mümkündür.
Siyah kuğuyu yok saymakla, onu bastırmakla kendimizi koruduğumuzu sanırız.
Oysa biz, içimizdeki siyahı kabul etmeden, beyazı da tam anlamıyla yaşatamayız.
Zira bütünlük, yalnız ışığın değil, gölgenin de bir parçamız olduğunu bilmekle başlar.
Ve gerçek özgürlük, iki kuğunun da aynı bedende var olabileceğini idrak etmektir.
Belki de insan, kendi içindeki siyah kuğuyla barışabildiği ölçüde gerçekliğinde var olur.
İlham verici, sade olduğu gibi aynı zamanda da sofistike bir tarz ile yazılmış özel bir yazı. Tebrik ediyorum sizi. Başarılar…
Çok teşekkür ederim. Geri bildiriminiz bana ilham verdi. ♡