Burcu, bir ilkyaz esintisiydi. Kendi güzelliğinde, güzelliğin
kendisiyle – o “güzelsizlikler ülkesi”nde – ılgıt ılgıt eserdi. Onlar
karanlığın yayılıp koyulaştığı günlerdi; ah, nite unuturum! Birileri
güzel yaşam için çırpınmayı sürdürse de ezici çoğunluk kötülükten
yanaydı, kötülüğün tüm içindeydi de. Burcu’ysa bakıp görebilen için
bir umut ışığı, kapısıydı. Gelgelelim o yaşta bütün bunları bil(e)mezdi.
Bildiği yalnızca o suçsuzca güzellikti. Doğallıkla sürev evrenseldir,
demek çocuklar için de akagider: Burcu, okumayı kısa bir süre önce
sökmüştü, bir okurun başlangıç yapıtlarını okumaya başlamıştı.
Okuma, onun sevinç kaynaklarından biri olup çıkıvermişti. Kim bilir,
nice yıl sonra – bir yazıncı olarak – yazmaya girişecekti. Böylece
kendisine başka bir sevinç, dahası, umut kaynağı yaratacaktı.
Bir gün ortalık günlük güneşlikken Burcu, bir çocuk
gezintiliğindeydi; yaşıtlarıyla bıcır bıcır konuşup oynaşıyordu.
(Çevredeki oturmalıkların birinde yaşam üzerinde geviş getiren bir
ozan, o çocukları üzünçlü üzünçlü gözlüyorken “Çocuklar hiç
büyümemeliler. Neden büyüyüp bütün bunları yitiriyorlar!?” diye
düşündü.). Çocuklar alabildiğine kıvançlı, sevinçli bulunuyorlardı.
Oysa o kıpıda yeryüzünde pek çok kötülük yapılıyordu; bu arada
çocuklar türlü acımasızlıklara, kıyıcılıklara uğruyorlardı. Nitekim
başka bir oturmalıkta oturan biri – bu düzenin yaratılarından olan
kötücül, tiksinç bir kişi bozuntusu – bizim Burcu’yu gözüne
kestirmişti. Ancak, bunu ayrımsayan olmamıştı. Dahası, o kalabalık
ortamda, karmakarışıklık içinde, böyle bir “gözüne kestirme”nin
görülmemiş bulunması doğaldı. Gelgelelim bir nenin görülmemesi
(var) olmadığı anlamına gelmezdi.
Burcu için günler bildik günlerdi. (Sev[g]inin, sevincin, umudun
beslediği gönüllerde hınca, tiksintiye, yağılığa yer bulunmaz. Güneş,
gönülleri öyle olanlar için doğar; ertesi gün bir daha, daha güçlü bir biçimde doğmak üzere gene onlar için batar. Gönlün sönmez
güneşiyse – gerçekte – yaşamın varlığını sürdürmesinin biricik
güvencesidir.). Burcu güzellikti, demek seviydi; umuttu, demek
yaşamdı. Ah, yaşamı öldürmek isteyenler, bunun için çabalayanlar
vardı! Üstelik öyleleri ne denli çoktu! Burcu – yazık ki! – daha çok
burcuyamadan, demek handiyse yolun başında bir alçakça yok
edilecekti. Ancak, başka Burcu’lar vardılar; bir gün gelecek, onların
elbirliğiyle, güzel(lik)leri öldürenlerin kendileri yeryüzünden
silinecekti.