sırra bezeliydim, sır oldum
divana dara durdum, ezelden ebede ses oldum
hemhal eyledim varlığıma rükuya duran alemle
içime meyleydim ilahi bir sükutta
semaha duruverdi turna kuşları
muradıma kavuşmaktır dedi toprak usulca
evvel ile ahir arasında demini aşk eyledi dudaklarım
şahın ayağına seriliverdi kefenimin ak örtüsü
la ilahe illallah aşklar zamanı diye dile geldi zakir ile bülbül
koptu kopacak ruhumun kıyamında sevdalar
zülfü yarin diline konuverdi eşgalimin hırkasız halleri
kıyamda çatladı gök, yer titredi usulca
bir ışık düşüverdi kalbimin en kuytusuna
döndüm yüzümü özden öze, sırlarla dolu aynaya
şimdi her nefes bir vuslat, her adım bir yanış.
geceyle gündüz barıştı derinlerde,
birleşti karanlıkla ışık, yeniden doğmak için.
zamanın yükünü sıyırdı parmak uçlarım,
ne kalan vardı ne giden, yalnızca hakikat kaldı.
ağlayan bulutların arasından bir ses,
“yolculuk ebediyettir, duraklar fanidir,” dedi.
turna kanadında taşınan dualar gibi
uçurdu beni bir yokluk denizine.
düştüm, yeniden kalktım. toz oldum, can oldum.
yerle gök arasında ince bir hat,
şah damarına düşen bir niyaz gibi
akıverdi ruhum boşluğun kucağına.
ve bir an geldi, sustu bütün kelamlar.
yalnızca aşk konuştu, yalnızca aşk bildi.
her zerremle varlığıma döndüm,
yokluğa erdim. sırra erdim
hiç oldum, hiçliğimin kuytusunda