İletişimin, etkileşimin en temel ögesi dildir. İnsan dili kullanırken bulunduğu çevreden her anlamda faydalanarak kendisini anlamaya ve anlamlandırmaya başlar, öğrendiği bu tecrübelerle isimlendirmeler ortaya çıkmıştır. Bu süreç insanın yaşadığı çevreye kattığı değerlerle şekillenir ve tabiatında izin verdiği ölçüde kültür oluşumu çeşitlenir. Dolayısıyla dil durağan değildir. Sürdürülebilir ve canlıdır bu nedenle günümüzde kullanılan diller içerisinde yeni yeni terimler kavramlar kendine yer bulmuştur, bulmaya da devam edecektir. Çalışmada ele alınan konu bu anlamda da önemli katkı sunmaktadır.
Medeniyet ve kültür yapılarının oluşumunda “insan, toplum ve coğrafya” gibi faktörler belirleyicidir Türk kültür geçmişinde Orta Asya kaynaklı Gök Tanrı inanç yapısı ve hayvancılık esaslı göçebe yaşam biçiminin geleneksel kültürü şekillendirdiğini söylemek mümkündür. İslam öncesinde, Tengricilik ritüeli içinde kamların ve ozanların toplumsal-dini kurumların biçimlenmesinde önemli etkileri olduğu görülmüştür. Kutsal olanla birey arasındaki iletişimi kuran ve toplumun psiko-sosyal yapısını oluşturan bu kimseler, Türklerin coğrafya-toplum ve din değiştirme dönemlerinde de öndedir. Ayrıca Türklerin İslam’ı kabullenme zamanlarında “veli haline dönüşüp eğitici-öğretici vazifelerini” yürütmüştür (Yıldırım, 1999, 518). Bu süreçte ozan-baksı modeli yeni görevler de yapmıştır. Fuat Köprülü bu durumu, tüm toplumlarda olduğu gibi Türklerde de en eski zamanlarda halk şairi ve müzisyenlerin “önce dinî, sonra sihri-dinî ve daha sonra da sosyal iş bölümü derecesinin yükselmesiyle birlikte sadece bedi mahiyetlerinin kalması” olarak açıklamaktadır (Köprülü, 1999, 157). Bu bağlamda örnek vermek gerekirse; Aprin Çor Tigin, Uygur döneminin Mani inancının tesirinde şiirler yazmış bilinen ilk Türk şairidir. Turfan kazılarında bulunan şiirleri ilk olarak A. Von Le Coq tarafından 1919 yılında yayımlanmıştır. İlk bulunan şiirlerinden ilki, 3 dörtlükten oluşmuş, ilahi türünde kaleme alınmış bir övgüdür. İlk dörtlüğü hasar almıştır (Ercilasun, 2004).
Türk tarihinin onuncu-on beşinci asırlar döneminde “düzen kurma, tutunma, yerleşim, yönetim eğitim, kültür, örgütlenme ve ekonomi” ile alakalı başkalaşma ve dönüşüm evreleri peş peşe yaşanmıştır. Ozan-baksı modeli bu geçişte yeni görevler üstlenmiştir. Bu bakımdan Dede Korkut’un yaşadığı dönemde 3 ozan modelinin mevcudiyetinden bahsedilmektedir. Bunlar: 1) Dede Korkut’un simgelediği bilge ozan modeli; 2) birincinin düzenlediği boyların çalınıp söylenmesi miras olarak kalan alp ozan modeli; 3) gezginci ozan modelidir (Yıldırım, 1999, 514).
Korkut Ata (Dede korkut)
İslam inancının kabul edilmesiyle beraber tasavvuf havası içerisinde tekrardan biçimlenen ozan tipi âşık-şair modeline evrilmiştir. Bu sayede İslam’dan öncesi kültür şifrelerinin bir bölümü tinsel ve simgesel boyuta geçmiştir. Âşıklığa geçen birey belirli sorunlardan sonra ulvi görülen bir yerde uyku-uyanıklık arasında görülen bir rüyada pir elinden bade veya besin maddesiyle olağandan sıyrılarak sanatçı kişiliğe geçmektedir. Rüya deseni bu anlamda başlangıç ve eylemi oluşturan bir ögedir.
Türklerin İslam öncesindeki geleneksel dünya görüşü, edebî-estetik düşüncesi ve din adamı-sanatçı profilini belirleme metodu, Anadolu ve etrafında tekrardan değerlendirilerek oluşmuştur. Süreç on altıncı asırda gelişerek âşık modelini ve onun tasarısındaki âşık edebiyatını biçimlendirmiştir. Âşıklık (ozanlık) geleneği ve âşık edebiyatının bağımsız bir türe evrilmesinde, bir bölümü Bektaş-î görüşüne bağlı ordu şairlerinin önemli etkisi vardır. Türklerde ordu şairleri beşinci asırda Atilla döneminden itibaren görülmüş olup İslam’ın kabul edilmesiyle de Gazneli, Selçuklu, Harzemşah ve Osmanlı ordularında bu gelenek sürdürülmüştür. Bu bağlamda oluşan edebiyat, Türk halk edebiyatının; anonim, tekke, âşık edebiyatından birisine bağlıdır (Günay, 2008, 40,195,221).
On altıncı asır Anadolu ve çevresinde sosyo-ekonomik, dini ve siyasi kurumların Osmanlı Devleti himayesinde büyük ölçüde biçimlendiği dönemdir. Ozan-baksı ve tekke şekli edebiyat geleneği üzerine bağımsız bir edebiyat türü olarak oluşan âşık edebiyat geleneğinin ya da yaşama şekline evrilen durumuyla daha büyük kapsamlı bir kavramla açıklamak gerekirse âşık tarzı kültür geleneğinin ortaya çıkmasının en mühim sebebi kahvehanelerdir (Çobanoğlu, 2000, 129). Kahvehaneler, Osmanlı’da dini kurumların haricinde gelişen sosyal etkileşim alanı olmuştur. Klasik manada âşıklık (ozanlık) geleneğinin geliştiği, sanatçı modelinin bu asırda ortaya çıktığı görülmektedir. Âşıkların büyüdükleri çevreleri köy, şehir ve aşiret çevresi olarak ifade eden Köprülü; âşıkları meydan şairleri ve kalem şairleri olarak gruplandırmıştır. Meydan şairleri saz eşliğinde şiir okuyan saz şairleri; Kalem şairleri ise yüksek zümreye has şiirler yazan klasik şairlerdir (Köprülü, 1999,32,35,171).
Âşıklık (Ozanlık) geleneği ve âşık edebiyatının tarihsel süreç içerisinde yaşamış olduğu değişim, geleneğin icracı ve üreticilerinin isimlendirmelerini de güçleştirmiştir. Bunun nedeni, gelecekteki ilgililerinin farklı büyüme tarzları, üretim şekilleri, icra alanları ve sanatçı yetenekleri olarak ifade edilebilir. Geleneğin gelişim sürecinde birçok öneri ve tartışmalar yapılır, bu süreç ozan sözcüğünün anlam genişlemesine neden olmasıyla geçmişten günümüze varlığını korumayı başarmıştır.
Kopuz
Fuat Köprülü’ye göre; kopuz ile beraber anılan ozan, “Oğuzların halk şair-musikişinaslarına (müzisyenlerine) verilen isim” olmasıyla beraber genişleme alanına bakıldığında daha eski zaman dilimlerine gittiğini söylemek mümkündür. Ozan sözcüğü ilk süreçlerde oyuncu, hekim, büyücü, çalgıcı ve şarkıcı vazifelerini yerine getiren kimseler için kullanılırken ilerleyen süreçlerde çalgı ve ezgili şiir manasında kullanılmıştır. Sözcük 3. Kademede kopuzuyla şiir okuyan halk şairi anlamında kullanılmaya başlanmıştır.
Şu ana kadar âşıklık (ozanlık) geleneğinin oluşum sürecindeki gelişiminin Türk kültürünün ağırlıklı olarak Anadolu ve çevresindeki yapılanmaları ile alakalı olduğu belirtilmiştir. Doğan Kaya’nın “geleneğe dayalı bir üretim biçimi” şeklinde betimlediği âşık tarzı şiir, geleneğin güncellenebilme niteliğini taşımaktadır Gelenek, kültür tarihinde sabitlenmiş hareketsiz bir sistem olmayıp kendi içinde dinamizme sahiptir. Bu dinamizm farklı gereksinimleri karşılarken “yenilenme, güncelleme ya da değişmeye” açık; “daralma” veya “genişleme” biçiminde kendisini korumaktadır. Âşıklık geleneğinin devamlılığı, sanatçı biçiminin “kültür, iletişim ve bilgi taşıyıcılığı” görevine dayanmaktadır (Günay, 2008, 356).
Türkiye’nin yirminci asırdaki sanayileşme süreci ile beraber kırsaldan kente göç, âşıklık geleneğini ve temsilcilerini de etkilemiştir. Köy ve çevresinde yetişmiş âşıkların “kent ortamına göç edip yerleşmesi, âşıklık geleneğinin ülke genelinde yaygınlaşması bakımından olumlu bir gelişme” olarak değerlendirilmiştir. Bu süreçte “göç, kentleş(eme)me ve kent kökenli diğer dinamikler ozanlık geleneğini biçimlendirmiş ve dönüştürmeye de devam etmiştir” (Özdemir, 2018, 10). Öbür taraftan yazılı, sözlü ve elektronik kültür zeminlerinde mevcudiyetini muhafaza etmiş olan âşık sanatının “sözlü edebiyat ile yazılı edebiyat arasında bir köprü” görevi aldığı görülmektedir. Değişim-dönüşüm evrelerinde yazılı olmayan alan “büyük ve geniş ölçekte bulunduğu alanı yazılı ortamla paylaşmaya başlar. Her iki ortam içinde kendini gösteren yaratıcılık çeşitli biçimlerde birbirini etkileyerek” devam etmektedir (Yıldırım, 1999, 514). Âşık edebiyatı meyvelerinin yazılı kültür zeminindeki ilk örneklerinin mecmualar ve cönkler olduğunu vurgulayan Dilaver Düzgün’ün aktarımına göre: “Bu el yazması eserlerde çeşitli saz şairlerine ait şiirleri dağınık bir biçimde görmek mümkündür. Önceki asırlarda da mevcut olmakla birlikte cönk ve mecmuaların en fazla yazıldığı dönem, XIX. yüzyıl olmuştur. Ayrıca bu yüzyılda aşıkların şiirlerini içeren müstakil divanların tertip edildiği görülür.” Ozanlık geleneği mahsullerinin elektronik kültür ortamına girmeye başlaması yirminci asırda gramofon ile olmuştur. Sonrasında radyo, televizyon ve internet ağları ürün ve üreticileri bakımından paylaşım, dolaşım ve tanınma olanağı oluşturulmuştur. Medyanın dönüştürücü gücü, anlatıcı-dinleyici arasındaki iletişimi ve usta-çırak görüşünü değiştirmiştir. Öteki taraftan geleneğin ve uygulayıcıların ulusal ve uluslararası arenada tanınır olması, geleneğin popüler kültür içinde büyük topluluklar arasında farkındalık kazanmasını sağlamıştır. Elektronik kültür zemini âşıklık geleneğini olumlu ve olumsuz açılardan etkilemiştir (Fidan, 2017, 353-359). Batı kültürünün tesiri, şehirleşme, yazılı ve elektronik kültür platformunun dönüştürme gücü, âşık tarzı kültür geleneğinin yirminci asırda Barış Manço figürünün oluşmasını sağlamıştır. Barış Manço Türk kültürünün kaynaklarına yönelmiş, anonim halk müziği ve âşık biçimi ile yakın etkileşime geçmiştir. Neticesinde sanatçı kendi âşık tarzının belirli içerik, biçim ve ezgi nitelikleriyle bezeyerek oluşturmuştur (Düzgün, 2009, 42,49-50).
İlerleyen süreçlerde geleneğe katkı sağlayan ve günümüzdeki âşıklık (ozanlık) geleneğini yaşatan ozanlara da yer verilecektir.
KAYNAKÇA
Çobanoğlu, Ö. (2000). Âşık tarzı kültür geleneği ve destan türü. Ankara: Akçağ.
Düzgün, D. (2009). Âşıklık geleneğinin değişim ve dönüşüm sürecinde barış manço olgusu. Millî Folklor, 84, 42-50
Ercilasun, A.B. (2004). Başlangıçtan 20.yy’a Türk Dili Tarihi. Ankara: Akçağ Yayınları
Fidan, S. (2017). Âşıklık geleneği ve medya endüstrileri. Ankara: Grafiker Yayınları.
Günay U. (2008). Türkiye’de âşık tarzı şiir geleneği ve rüya motifi. Ankara: Akçağ Yayınları.
Köprülü, F. (1999). Edebiyat araştırmaları. Ankara: TTK.
Özdemir, N. (2018). Âşıklık geleneği ve kent. I. Uluslararası Develi – Âşık Seyrani ve Türk Kültürü Kongresi “Türk Kültürü”. Bildiri Kitabı. 04-05-06 Ekim, Kayseri.
Yıldırım, D. (1999). Dede Korkut’tan Ozan Barış’a dönüşüm. Türk Dili, 565-570, 505-530.
http://www.tarihhaber.net/korkut-atam-boy-boylamis/