Eski zamanlarda kentin dışında mezralık bir alan olan, zamanla nüfusun artmasıyla, alınan göçlerle yeni yapıların yükseldiği, modern binaların, alışveriş merkezlerinin, toplu konutların, okulların, devlet dairelerinin yapıldığı, cazibe merkezi haline gelmiş, tepede kurulduğu için çoğu yerinden deniz gören bir semtti. Bu semtin içinde, yüksek binaların arasına sıkışmış, yutulmuş gibi görünen bir gecekondu mahallesi vardı. Köylerden göçen insanlar, devletten habersiz ve izinsiz küçük araziler çevirmiş, içlerine tek katlı, barakadan hallice küçük evler yapmışlar, ekip biçmek için de bir miktar toprak ayırmışlardı. Birinden gören kendine de ev yaparak altı sokaklık bir mahalle oluşturmuşlardı. Sakinleri, şehre yayılıp çoğunlukla beden gücüyle yapılan işlerde çalışmış, biraz para kazananlar çocukları büyüyüp evlendiklerinde bir evleri olsun diye, kaçak yaptıkları gecekondularına, kaçak kat çıkmışlardı. Herkes kendi olanak ve becerileriyle evlerini yaptığı için ortaya zamanla estetikten yoksun, boyasız veya kaba sıvalı, iki ya da üç katlı evlerden oluşan bir kenar mahalle çıkmıştı. Yerel seçimler öncesi mahalleye asfalt yapılmış, kanalizasyon hattı döşenmişti. Ama hepsi bu kadardı. Belediye on günde bir çöp toplamaya geliyordu. Ertesi gün tüm köşeler yine çöp yığınlarıyla doluyordu. Genel seçim olduğunda ise tapu vereceklerini söylemişlerdi. Tapu vermediler ama mecliste işgal hakkı diye bir kanun çıkardılar. Yani evin, arazinin sahibi olamamışlardı ama kimse onları çıkaramayacaktı.
Etraflarında her an yeni yaşam alanları açılıyordu. Bir zamanlar kurtların indiği bölgede şimdi yüksek katlı, havuzlu siteler yükseliyor, otoban yapılıyor, metro geliyordu. Devlet bölgeye hakkıyla hizmet veriyordu ama bu mahalleyi adeta unutmuştu. Işıl ışıl parlayan ilçede, karanlık bir gölge gibi kalmışlardı.
Evleri yapan insanlar yaşlandılar ve öldüler, çocuklarının bir kısmı yaşamaya devam etti, bir kısmı el altından kiraya verdi. Onlar da yaşlandılar ve öldüler. Şimdi mahallede az miktarda yasa dışı kiracı, az miktarda hala yaşan torunlar ve çok miktarda yasa dışı işgalci vardı.
İşgalciydiler evet ama kötü insanlar değillerdi. Hayatın demir yumruğunu yemiş, kaybetmiş, mazlum insanlardı. Yıllar önce boş araziye ev yapanları duyanın geldiği gibi, şimdi de boş evleri duyanlar yerleşmeye gelmişti. Nasıl olsa bu evlerde artık kimsenin hakkı yoktu. Mahalle sakinleri çoğunlukla işsizdi ya da günlük işlerle geçimlerini sağlıyorlardı. Başka bir deyişle günlük yaşıyorlardı. Gelecek garantileri yoktu. Sağlık güvenceleri yoktu. Çoğunun çocuğu okula gitmiyordu. Kaderlerine terk edilmiş halde yaşamaya çalışıyorlardı.
Bu mazlum insanların elbette hepsi mazlum değildi, içlerinde kötü yola sapmış olanlar da vardı. Akıllara büyük kötülükler gelmesin, sadece hırsızlık yapıyorlardı.
Mahalle zaman içinde alt ve üst olarak ikiye bölünmüştü. Alt mahalle tepenin yamacında, yokuşlu üç sokaktan, üst mahalle ise tepede üç sokaktan oluşuyordu. Oysa birbirlerinden ayrı değildiler. Kimsenin bir başkasına üstünlüğü yoktu.
Bir farkla…
Alt mahallede yaşayan hırsızlar kente adeta nam salmışlardı. Buranın adını, üst mahalleyi de kapsayarak Hırsızlar Mahallesi koymuşlardı. Öyle ki, ne zaman bir ev soyulsa bu mahalle akla gelirdi. Alt mahallede polis eksik olmaz, gün aşırı baskın yapılır, insanlar gözaltına alınır, sonra salıverilirdi. Hırsızlar çalıntı mal tutmaz, hemen elden çıkarırlardı.
Üst mahallede ise hırsızlık farklı şekilde yapılıyordu. Bunu şu anda anlatabilmek kolay değil. Hikaye ilerledikçe öğreneceğiz.
Alt mahallede yaşayan hırsızların isimleri olsa da, kimse kullanmazdı. Herkes lakabıyla anılırdı. Birbirlerine lakaplarıyla hitap ederlerdi.
Yoldaş en yaşlılarıydı. Kırklarında olduğunu söylerdi ama görünüşü ellilerinin üstündeydi. Ölen iki kişiden sonra işgalcilerin en eskisiydi. Bir köpeği vardı. Beş sene önce lüks bir eve hırsızlığa girdiğinde, bahçede bağlı olarak karşısına çıkmıştı. Köpek onu gördüğünde havlamamış, kurtar beni dercesine Yoldaş’a bakmıştı. O gece evden aldığı tek şey köpekti. Hiç ayrılmazlardı, nereye gitseler hep yan yanaydılar. Geceleri işe çıktığında köpek de onunla gelir, Yoldaş içerideyken yakınlarda beklerdi. Köpeğine o kadar bağlanmıştı ki, ona da Yoldaş ismini verdi. Köpek Yoldaş bu ismi ilk andan itibaren benimsedi. Bazen mahalle kahvesinin önünde otururken, uzaktan birisi Yoldaş diye seslenince ikisi de başını çevirirdi.
Sansar otuzuna yeni girmişti. Kız kardeşiyle birlikte yaşıyordu. yaz-kış askeri kıyafet giyerdi. Postal, kamuflaj gömlek pantolon, palaska. Arada siyah nefteli bir de kep takardı. Bir söylentiye göre askerde tezkere bırakıp uzman çavuş olmak için başvurmuş ama eski hükümlü olduğu için kabul edilmemiş. Hapis cezası bittiğinde askere almışlar, hırsızlığa tövbe edip yeni bir hayata başlamak istemiş, olamamış. Kardeşini, hapisteyken bırakmak zorunda olduğu eğitim hayatına geri döndürmüş. Üniversiteyi bitirsin, iyi bir meslek sahibi olsun istiyormuş, sonrasında mesleği bırakacakmış. Şunun şurasında iki senesi kalmış.
Harap, aralarında en masumları. Yirmi altı yaşında, sarışın, mavi gözlü, sırım gibi delikanlı. Ama yetimhanede o kadar ezilmiş, o kadar aşağılanmış, kötü muamele görmüş ki, çocuğun içi de lakabı gibi harap olmuş. Sadece oto teyp işi yapar. Günde üç iş yaparsa tamam, mesai biter. Patron bazen zorlar ama Harap’tan biraz çekinir, üstelemezmiş. Sessizliğinden, durgunluğundan ürkermiş. On altı yaşındayken yetimhaneden birlikte kaçtığı arkadaşı ile birlikte yaşıyor.
Duman, Harap’ın eskiden yetimhane, şimdi ev arkadaşı. Aynı yaştalar ama Harap’tan büyük gösteriyor. Çünkü kafası hep dumanlı. Nerede, ne zaman, nasıl içer bilinmez ama gözleri hep kanlıdır. Kara kuru bir çocuk, zayıf, çirkin, çelimsiz. O da yetimhanede zulüm görmüş ama Harap kadar takmıyor kafasına. Yankesicilik, cepçilik yapar. Nadir de olsa Yoldaş çağırdığında onunla işe çıkar. Pencereden girilecekse, Duman girer.
Ve Gurbet. Yaşını kendi de bilmiyor. Otuz beş civarı olduğunu tahmin ediyor. Almanya’da doğmuş. İşçi anne babanın oğlu. On iki yaşındayken, markete ekmek almaya çıktığında, tüp patlaması sonucu ailesini kaybediyor. Bir süre amcasının yanında kalıyor ama tutunamıyor. Sokaklarda yaşıyor, suça karışıyor, sınır dışı ediliyor. Burada da kimsesi yok. Yine sokaklar, yine suç. Bir süre oto yıkamada çalışıyor, orada yatıp kalkıyor. Patron bir gün para çalmakla suçluyor, kovuyor Gurbet’i. Oto yıkama geceleri otopark olarak çalışıyor. Giriyor içeri, arabaların lastiklerini şişliyor, birini alıyor, veriyor parçacıya. Kazandığı parayla kendine hedef koyuyor. Günün birinde yine Almanya’ya gidecek. O gün bu gün para biriktiriyor. Bir keresinde onu da soyuyorlar. Yolu Hırsızlar Mahallesine düşünce her şeye yeniden başlıyor. Artık bir banka hesabı var.
Bunlar öykünün karakterleri. Yolları bir gün bir yerde kesiştiğinde, bir daha eskisi gibi olamayacak beş arkadaş.
*
Bahri amca mahalle kahvesinde oturmuş gazete okuyordu. Üst mahallede, dedesinden kalma evde oturuyordu. Gecekondu döneminden kalan en yaşlı insandı. Altmışlarının ortalarına gelmiş olan Bahri amca, mahalle sakinleri tarafından sevilen, sayılan biriydi. Her zaman ağır başlı ve saygılıydı. Elinden geldiğince insanlara yardım etmeye çalışır, zor anlarında yanlarında olurdu.
Dedesi gençliğinde, karısı ve yeni doğmuş bebekleri için tek katlı bir ev yapmış. Evlatları büyüyüp evlilik çağına gelince, üstüne bir kat çıkmış. Bahri amca doğduğunda da üçüncü katı yapmış. Bahri amca on yaşındayken bir gün dedesi ona “ Bu evin her tuğlasını ben döşedim, her çivisini ben çaktım, evlendiğini görür müyüm bilmiyorum, sen bu evin kıymetini bil.” demiş.
Bahri amca askerden döndüğü gün defnetmişler dedesini. Oysa döner dönmez nikâh yapmayı planlıyorlarmış, müstakbel karısıyla.
Düğünlerinde toplanan az miktar takı ve parayla, mahallenin dışında küçük bir toprak parçası almıştı. Yıllar sonra emekli olduğunda, arsasını kat karşılığı vermiş, payına toplu konutlardan iki daire düşmüştü. İki daireyi de kiraya verdi ama gelen paralara hiç dokunmadı. Biriktirdiklerini, kızı evlendiğinde düğün ve mobilyalar için kullandı.
Mahallede mülkü olan tek kişi kendisiydi. Komşuları ona gıptayla bakıyordu. Bahri amca hala eskisi gibi yaşıyor, kendini diğerlerinden ayrı görmüyordu.
Kızını da aynı sokakta yaşayan bir delikanlıyla evlendirdi. Oğlanla kız çocukluktan beri arkadaştılar. Kızına Zeynep adını vermişti. Zeynep hiç okula gitmedi, her zaman içine dönük, suskun, kendi halinde bir çocuktu. Yaşadıkları sokakta üç kız arkadaşı vardı, tüm dünyası bu kadardı.
Zeynep ve üç arkadaşı kardeş gibiydiler, birbirlerinden hiç ayrılmazlardı. Bahri amca bazen karısına “Bunlar evlendiklerinde nasıl ayrı yaşayacaklar?” derdi ama şimdi de, gündüz kocaları işe gittiğinde mutlaka birinin evinde toplanırlardı.
*
Bahri amca gazetesini okurken, Yoldaş ve köpek Yoldaş içeri girdi. Göz ucuyla Bahri amcaya bakıp selam verdi. Bahri amca bu hırsız tayfasından hoşlanmaz, uzak dururdu. Başını çevirip selamını almadı. Yoldaş buna çok içerledi.
– Ne o Bahri amca, Allah’ ın selamını da mı almıyorsun? Biz sana ne yaptık? Biz de mahalleli gibi hürmet ediyoruz sana. Ama sen bizi adam yerine koyup yüzümüze bile bakmıyorsun.
– Selamını verdiğin Allah sizin gibiler için ne buyuruyor biliyor musun evladım? Eliniz ayağınız tutarken, kolay yoldan para kazanma peşindesiniz. İnsanların haklarına giriyorsunuz. Bana kul hakkıyla gelmeyin, demiyor mu Allah?
– Amca hiç o konulara girme, iş verdiler de biz mi çalışmadık? Ben ne yollardan geçtim senin haberin var mı? Sana, mahalleliye bir zararımız var mı sen onu söyle? Senin tuzun kuru, kendi evinde oturuyorsun, iki evden de kira alıyorsun. Gözümüz yok, Allah daha çok versin. Sen bizim yaşadıklarımızı bilmiyorsun Bahri amca.
– Bana maval okuma, mahalleye karabasan gibi çöktünüz. Sizden önce bu mahalle yine fakirdi ama huzur vardı. Şimdi polis eksik olmuyor, gece karanlıkta sokaklarda korkarak yürüyoruz.
Dedi ve gazetesini masaya vurup kahveden çıktı. Bahri amcanın sözleri Yoldaş’ a ağır gelmişti. Bu yaşlı adama ders verme vaktiydi. Duman’ı aradı, gece diğer arkadaşları da getirmesini söyledi. İşe çıkacaklardı.
Bahri amca sabah baş ağrısıyla uyandı. Karısı hala uyuyordu. Oysa sabah namazına kalkar, kahvaltıyı hazırlardı. Yıllardır her sabah böyleydi, hiç değişmezdi. Tuvalete giderken evin talan edildiğini fark etti. Bütün odalar dağılmıştı. Dolaplar, çekmeceler, vitrin boşaltılmış, her şey ortaya saçılmıştı. Karısını kaldırdı, onun da başı ağrıyordu. Ortalığı görünce feryat figan ağlamaya başladı.
Beş arkadaş o gece, Bahri amcanın, kızı Zeynep’in ve iki kiracısının oturduğu evlere girmişlerdi. Bayıltıcı gaz sıkmışlar, değerli buldukları her şeyi almışlardı. Evlerde para edecek pek mal yoktu ama yine de soyup soğana çevirmişlerdi.
Topluca karakola gittiler, zabıt tutuldu, ekipler evlerde parmak izi aradı. Ama Yoldaş ve arkadaşlarına hiçbir şey olmadı. Polis bir süre onları aradı ama mahalleden uzaklaşmışlardı. Bir ay içinde konu kapandı, hırsızlar mahalleye döndü.
*
Zeynep babasına çok bağlıydı. Annesi bir yana, babası bir yanaydı. Kızı için yaptıkları, kendi hayatını düşünmeyip, varını yoğunu kızına adaması, Zeynep için babasını dünyadaki en değerli insan yapıyordu. Soyulduktan sonra babasında gördüğü değişiklikler Zeynep’i endişelendiriyordu. Bahri amca suskunlaşmış, içine kapanmış, biraz da çökmüş gibiydi. Evlerini kimin soyduğunu biliyor ama ispatlayamıyordu. Şimdi de mahalleye geri dönmüşlerdi.
Zeynep bir gün Yoldaş’la karşılaştı. Diğer dört arkadaşı da oradaydı. Görmezden gelip yanlarından geçecekti ki, yoldaş Zeynep’e;
-Bahri amcaya söyleyin, bundan sonra selamımızı alsın, daha fazla canı yanmasın, dedi.
Zeynep tam önlerinde durdu. Köpek Yoldaş dahil hepsine tek tek baktı. Ardından tek kelime
etmeden yoluna devam etti.
Zeynep’in gizli bir yeteneği vardı. Bunu kimseye söylememişti, kocasına bile. Yeteneğini ergenliğinde, bir lanet gibi görmüş, yok saymaya, unutmaya çalışmıştı. Fakat o gece kocası uyuduktan sonra oturma odasına geçti. Işıkları açmadan kanepeye oturdu. Gözlerini kapadı ve gündüz karşılaştığı hırsızları düşünmeye başladı.
Önce köpek Yoldaş’ın, insan Yoldaş’a olan bağlılığını çaldı. Evde yemek yerken köpek hırlamaya başladı. Yoldaş önce ne olduğunu anlayamadı, başını sevmek istedi ama köpek elini ısırdı. Odanın içinde koşmaya, havlamaya, ulumaya başladı. Yoldaş ne yapacağını bilemedi. Dolaşmaya çıkmayı düşündü ama köpeğin tasması yoktu. Yine de, giyindi, kapıyı açtı ve köpek Yoldaş’ı bir daha göremedi. Köpeğin çalınan sevgisi ve bağlılığı sanki Yoldaş’a geçmişti. Her yerde köpeğini aradı. Bulamadıkça içi daralıyor, onsuz yaşayamayacağını düşünüyor, intihar fikri zihnine yerleşiyordu. Köpek Yoldaş’ı günlerce aradı. Mahallede gördüğü herkesin yolunu kesip köpeği sordu. Sonra mahalleden ayrıldı Yoldaş. Aylar sonra haberi geldi. Bir gece vakti, köpeğini ararken kamyonun altında kalmış, ölmüştü.
Ardından Sansar’ın aklını çaldı. Sansar o gece uykuya daldı. Kız kardeşi sabah bir haykırışla uyandı. Odaya giren kardeşini gören Sansar, aniden yataktan kalkıp tekmil vermeye başladı. Kardeşine ‘Komutanım’ diyordu. Kendini hala askerde sanan Sansar, kardeşinin tüm çabalarına karşın iyileşemedi. Akıl hastanesine kapatıldıktan altı ay sonra intihar etti.
Sonra Duman’ın ‘ kafa’sını çaldı. Ertesi gün Duman için her şey normaldi. Köpek Yoldaş’ın kaçtığını duymuş, önemsememişti. Bir iki cüzdan araklamış, içindeki parayla torbacısından mal almıştı. Gece kullandığı, Duman’a etki etmemiş, torbacısına gidip çocuğu tartaklamıştı. O gece üç kez doz artırdı ama değişen bir şey yoktu. Sabaha kadar uyumadı. Gündüz bildiği bir zulayı patlattı, ne var ne yok içti. Kafası tamamen ayık ama yürüyemeyecek halde mahalleden çıktı. Üç gün sonra bir çöp konteynerinin yanında, aşırı dozdan ölmüş bedenini buldular.
Sıradaki kurban Gurbet’ti. Onun hafızasını çaldı. Gurbet’in sınır dışı edilişinden bu tarafa hatırladığı hiçbir şey yoktu. Sabah uyandığında kendini bulduğu yer, görünüşü, yaşı, artık çocuk olmayışı, viran bir evde uyanması ve benzeri her şey onun için ilk kez yaşanıyordu. Kendini sokağa attı. Gördüğü kimseyi tanımıyor, ona Gurbet diye seslenenlerin yakasına yapışıyor, anlamsız sorular soruyor, beyni patlayacak gibi oluyordu. Bir süre kendisine ne olduğunu anlayamamış, sonunda bir şekilde Türkiye’ye geldiğini kabullenmişti. İki ay sonra sınırı geçmeye çalışırken Alman polisi tarafından vurulmuştu.
Zeynep en son Harap’ı düşündü. Düşündü ama yoğunlaşamadı. Yorgunluğuna verip mutfağa gitti. Su içti, döndü kanepeye uzandı. Dinlendi. Sonra oturup tekrar düşünmeye başladı ama gene olmadı. Yatmaya karar verdi. Sabah kocasını yolcu ettikten sonra tekrar denedi, olmadı. İçinde bir değişiklik hissediyordu. Artık yeteneği, laneti gitmiş gibiydi. Gündelik işlere dalıp Harap’ı unuttu. Daha ortalık süpürülecek, yemek yapılacak, Gülcan’la görüşülecekti. Ertesi gün aklına bile gelmedi Harap. Sonraki günler de. Zeynep için hayat eskisi gibi akmaya devam etti.
Harap bunların diyetini yetimhanede ödemişti. Zeynep Harap’ı düşünürken, o kabus görüyordu. Hırsız arkadaşlarıyla birlikte tekrar yetimhanedeydiler. Müdürü de gündüz gördüğü Bahri amcanın kızıydı. Müdür Zeynep, herkesi sıra dayağından geçiriyordu. Yoldaş’a vurduğunda ondan bir havlama sesi geldi. Sansar dayağı yiyince hazır olda ‘Emret komutanım!’ diye bağırdı. Duman aldığı darbeleri hissetmiyor gibiydi, ayakta, gözü yarı açık yarı kapalı, sallanıyordu. Gurbet’e sıra geldiğinde müdür ona vurmadan önce Almanca bir şeyler söyleyip elleri havada çırpınır gibi hareketler yapmaya başladı. Bulundukları odadan kaçmaya çalışırken müdür, elinde aniden beliren silahla onu sırtından vurdu. Sıranın sonunda olan Harap titremekten ayakta zor duruyordu, müdür Zeynep yanına geldi ve
-Kaç buradan, dedi. Bu kez affediyorum seni, bir daha sakın dönme.
Kan ter içinde uyandı. Sabah olmuştu. Dün geceki teyp işinden aldığı parayla Anadolu’nun bir şehrine bilet aldı. Orada yeni bir hayata başladı. Evlendi, iki çocuğu oldu. Seksen dört yaşında, uykusunda huzurla can verdi.
Kutay Engin