Her şey aniden gelişir, belki kimimiz için böyledir; plansız. Ne zamanın ihtarına kulak asarsınız ne meşgalenizin imdadına… Öyle başıboş bir serencâmın merkezine doğru inersiniz. Yerin altına fersah fersah inen dalgıçlar gibi… Bostan ıssı kakıyıp ne yersin diyen gönül ehlini çağıran bir büyük sesin tını bırakışıdır bu. İnsanın eline bir kere geçmeye görsün o koz. Kabuğun kırılma macerasında ne hikayeler ne tasavvurlar getirir de bilemezsiniz. Ben de bilemedim; önce sevgi böldü kozumu dedim sonra indirgedim üç harflik bir kelimeye: KOZ dedim. Küçük adımlar büyük mecraların teminatıdır düsturu ile çaldım kalemimi gönül mayasına; eğildim kendi bostanıma meyvesini de tattım, acı kırağını da… Şiirin bıraktığı damak zevkini küçük bir Koz’la uladım. Doğrusu edebiyat denilen bu güzel musavvirin elinde ben ezeldendir bulanmışım da haberim yokmuş.
“Bir büyük koz geçti elime,
Ne kırdım ne kırıldım kabuğumdan,
Ayrılamadım.
Tırnakları geçmiş bir geçmişi duydum
Kendi yerimde.
Onun yeri ayrı imiş;
Kozası çözülmemişler kadar hafif olmasa da
Başı bir büyük gökyüzüne çekilmiş olmalı.
Ellerimde dünyacıkları vardır kimisinin,
Kimisi onlara sığamaz;
Yarası kabuğundan ayrılmadıkça,
Yarısı kabuğundan ayrılmadıkça…”