MAHALLEMDEN MANZARALAR
Uzun beton yoldan yavaş adımlarla yokuşu tırmanıyorum. İçim nedense huzur dolu. Önüme çıkan başıboş çoban köpekleri ayaklarıma sırnaşıyor. Doğduğum yerde hayvanlarla iç içe büyümenin avantajlarını fazlasıyla yaşıyorum.
Az öteden pilili kısa eteği, ekoseli gömleğiyle bir lise öğrencisi bana doğru geliyor. Bizim uysal çoban köpeği onu da, benim gibi belleyip önüne çıkıyor. Kız korkuyla tiz bir çığlık atıyor. Ben adımlarımı hızlandırıp kıza doğru yaklaşıyorum.
-Korkma canım. O sana zarar vermez.
Kızın korkudan dili tutulmuş olacak ki tek bir kelime edemiyor.
Kız gibi köpekte bu durum karşısında afallamış görünüyor. Anlamsız gözlerle etrafına bakıp kaldırımın en gölgelik yerine kıvrılıveriyor.
Ondan ayrılınca adımlarımı birazcık hızlandırıyorum. Önümden iki kadın, görümcelerini çekiştirerek geçiyor. Uzun boylu olanın, anlatırken sesi titriyor.
Az öteden rutin yürüyüşlerini yapan ana kız geliyor. Onları tanıyorum. Benim mahallemde otururlar. Abartısız her gün yürürler. Gelirken de elleri ekmek ve simit poşetleriyle dolu geçerler.
Zaman zaman da:
-Valla komşum bu gün epey yol yürürdük. Çok acıktık. Sana da bir parça koparayım mı?
-Teşekkür edip yola devam ederim.
Belediye betonarme evlerin arasına yer yer zeytin, dut ve incir ağaçları dikmiş. Üç kuşak kedi ailesi zamanlarının çoğunu bu ağaçlara tırmanarak geçiriyor. Bu enstantaneler bana geçici bir mutluluk veriyor.
Bir sigara yakmak geliyor içimden. Elimi çantama atıyorum. Sigaram kalmamış.
Üç dükkân ötede bir tekel bayii var. Sigaramı ve gazetemi hep oradan alırım. Hiç acele etmeden büfeye yaklaşıyorum. Önümde iki kişi var. Onlar da sigara, öteberi alma peşinde. Usunca arkalarına geçiyorum.
Sırtımdan hiç beklemediğim bir yumrukla inliyorum. Sırtım öyle bir acıyor, sanırsınız tüm organlarım yerlere döküldü.
Öfkeyle ardıma dönüyorum. Bu bizim Ömer. Ömer’e otizm teşhisi üç yaşındayken konuldu. Konuşan, gülen, arkadaşlarıyla oyunlar oynayan çocuk bir sabah konuşmaz oldu. İçine kapandı. Hiçbir arkadaşını tanımadı. Aile çocuğu doktor doktor dolaştırdı. En son gittikleri doktor oğlunuz otizmli dedi.
Daha o güne kadar otizmin ne demek olduğunu hiç birimiz bilmezdik. Fakat zaman bize her şeyi kafamıza vura vura, gözümüze soka soka öğretti.
Ömer’e hafif gülümseyip yer veriyorum. O en öne, iki kişinin de önüne geçmek istiyor. Adamlardan rica ediyorum. Gözümle durum bu der gibi. Neyse ki adamlar ses çıkartmıyor. Ömer en önde olmamın sevinciyle bir nara atıyor. Sonra da anlamsız anlamsız gülüp, olduğu yerde zıplıyor.
Büfe sahibi Ömer’e ileri geri sorular soruyor. Onunla dalga geçip gülüyor. Dayanamayıp adama bağırıyorum.
-O deli değil beyefendi. Hareketlerinize dikkat edin. Elinizi bir zahmet çabuk tutun da bir sigara verin. Diye bağırıyorum.
Verdiğim tepkiye bozulan adam:
-Bir şey demedim be abla. Sadece biraz gülelim dedim. Fena mı ettim.
Ben:
-Evet, fena ettin. O seni eğlendirecek sirk palyaçosu değil. Ona bir daha böyle muamele yaptığınızı görürsen sizi şikâyet ederim. Diyorum.
Adamın benim ciddiyetim karşısında nutku tutuluyor.
-Sigara, bir de gazete. Hangileri olduğunu siz biliyorsunuz deyip parayı uzatıyorum.
Alıngan tavırlarla parayı alıp alacaklarımı bana uzatıyor.
İşte, maalesef her gün olduğu gibi o günün de içine edilmişti. Başımı iki yana sallayıp gülümsüyorum.
Önüme çıkacak olanlardan bir haber yoluma devam ediyorum.