ÇİNGENE GÜZELİ CEMRE
Işıl ışıl şalvarının üstüne mor benekli tüller takmış, saf altını andıran bir kemerle üzerini süslemişti Cemre. Yanaklarına allıklar sürmüş, saçlarına safir görünümlü tokalar takmış, gerdanını boncuklarla süslemişti.
O obanın en güzel kızıydı. Üstelik obabaşı Enver’in biricik torunuydu. Enver pehlivanlar gibi oğlunu ve dilber gelinini kazada kaybetmişti. Oğlunun tek evladı Cemre, dedesi ve ninesiyle büyümüştü.
Obanın zenginlerinden Rüstem, kırmızılı, beyazlı, simlerle süslü çadırında yaşardı. Rüstem’in şanına yakışır atları ve katırları vardı. Üstelik tam beş tane karısı vardı. Karılarının her birerinin üstü başı katar katar altın, gümüş, yakut, pırlanta bezeliydi.
Rüstem gösterişi, şaşaayı çok severdi. Bu sebepten kendi boynunda kalın altın zincir, on parmağının onunda pırlanta yüzükler vardı. Yetmezmiş gibi bileklerini de altınla süslemişti.
Oba sakinleri Rüstem’i çok kıskanır, imrenir, yetmez, düşmanca tavırlar takınırlardı. Bunlar Rüstem’in ve ev ahalisinin umurunda bile olmazdı. Onlar günlerini gün eder eğlenir göbek atarlardı.
Hoş, obanın diğer sakinleri de çok severdi eğlenceyi. Obanın orta yerinde öldüresiye dövüşen beyler zurna sesini duyar duymaz dövüşü bırakır gerdan kıvırır, göbek atarlardı. Böyle neşeli, böyle umursamaz, gününü gün eden topluluk yeryüzünde görülmemişti.
Geçimlerini sele, sepet yaparak, çiçek satarak, düğünlerde çalgı çalarak sağlarlardı. Bunun yanında hırsızlık yaparak geçinenleri de az değildi. Rüstem bunlardan biriydi. O parlayan şeylere dayanamaz, ne yapar eder el çabukluğuyla araklayıverirdi. Karıları ve çocukları da aynı tornadan çıkmış gibi hırssızdılar.
Rüstem’in bu hali obanın namuslu insanlarının üzerine gölge düşürüyordu. Bu yüzden Rüstem’le pek hasbihal etmezler, çadırına uğramazlardı.
Bir gün Cemre ninesinin ricasıyla obanın aşağısında gürül gürül akmakta olan dereye gitti. Oradan testisine buz gibi su dolduracaktı. Şarkılar söyleyip, dans ederek iniyordu dereye. Tesadüf bu ya Rüstem de karılarıyla birlikte derenin çağıldayan yerine mesken tutmuş, rakılar içip, eğlenmekteydi.
Onları gören kız derenin ucuna usulca varıp testisini doldurmaya koyuldu. Tam doldurup testiyi omuzuna koymuştu ki Rüstem’le göz göze geldi. Cemre hızla gözlerini ondan kaçırdı. Fakat adam gözlerini kartallar gibi kıza dikmiş, milim oynatmıyordu. O gün, orada Cemreyi eş almaya karar verdi. Diğer karılar adamın halinden işkillendiler. Kıskanıp, kudurdular.
Devrisi akşam Rüstem uşaklarını toplayıp obabaşı Enver’in çadırını ziyaret etti. Enver bu ziyaretten hoşlanmasa da belli etmedi. Misafirdir. Başımızın üstünde yeri vardır diyerek ağırladı onları.
Rüstem sebebi ziyaretini Enver’in kulağına fısıldadı. Adamın gözleri fal taşı gibi açıldı. Yüzü öfkeden kıpkırmızı kesildi. Yutkundu, kıvrandı. Oturduğu yerden kalktı ve:
-Benim senin gibi hırsıza verecek kızım yok diye kestirip attı.
Rüstem adamdan bu cevabı hiç beklemiyordu. Cevap üzerine o da ayağa kalktı. Patlak gözlerini adama dikip:
-Sen vermezsin ama ben almasını bilirim. Dedi ve uşaklarıyla apar topar çadırdan çıktı.
O günden sonra Enver Cemreyi çadırdan hiç çıkarmadı. Alimallah Rüstem’in ne yapacağı belli olmazdı.
Bir gece obada düğün dernek kuruldu. Cümle ahali düğüne davet edildi. Çalgı. Çengi olur da gidilmez miydi?
Obada ne kadar roman varsa düğün yerine akın etti. Obabaşı Enver bile Cemreyi koluna takıp katıldı.
Müziğin ritmine kapılan kız bir anda meydanda buldu kendini. Diğer kızlar gibi o da gerdan kırıp göbek attı. Obadaki erkekler hayran hayran onu seyrediyor, çapkın bakışlar fırlatıyorlardı.
Bunların arasında biri vardı ki, uzun boylu, ela gözlü, esmer tenli, geniş omuzlu, kızların gözdesi Ayaz oğlan.
Ayaz o gün vatani görevini tamamlayıp, ayağının tozuyla gelmişti düğün yerine. Gelir gelmez de gözü güzeller güzeli Cemreye ilişmişti. İlişmişti ya bir daha da ayıramadı ela gözlerini kızdan.
Kızın da ilgisini çekmişti oğlan. Gece boyu bir birlerine bakıp eğlendiler, güldüler. İşte Ayazla Cemrenin aşkı o gece filizlenmiş, zaman içinde alev almıştı.
Obanın dört bir yanında Ayaz ile Cemrenin aşkı konuşulur oldu. Bunun üzerine yüzlerce dedi kodu havada uçuşuyordu. Yok, efendim Cemre kız Ayazdan hamileymiş. Yok, Ayazın başka sevdiği varmış.
Bu dedikodular Rüstem’inde kulağına gelmiyor değildi. Duydukça öfkeleniyor, öfkelendikçe etrafına sarıyordu.
Bir gün dayanamayıp uşaklarını yanına çağırdı. Her birerine görevler verdi. Amacı Cemreyi dağa kaçırıp karısı yapmaktı.
Planlar kuruldu. Atlar hazırlandı. Rüstem önde uşaklar arkada Enver’in çadırını bastı. Çadırı dağıtıp, Cemreyi atının terkisine attı ve dörtnala dağa sürdü.
Cemre atın üstünde durmuyor, adamı yumrukluyor, çimdikliyor, bağırıyordu. Kızın hırçınlığı karşısında deliye dönen Rüstem kıza okkalı bir tokat aşk etti. Kız beklemediği tokatla aniden bayıldı.
Rüstem atını dörtnala sürüyor, bir an önce dağın doruğuna varmaya çalışıyordu.
Epey gittikten sonra Cemre kendine geldi. Gözü adamın belinde duran kamaya takıldı. El çabukluğuyla kamayı alıp adamın sırtına sapladı. Adam acıyla böğürdü. Dengesini kaybedip attan yuvarlandı.
Bunu fırsat bilen Cemre atı geriye döndürüp obaya sürdü. At şaha kalktı. Cemreyi üzerinden fırlattı. Kız başını kayaya çarptı. Başından oluk oluk kanlar akan Cemre oracıkta can verdi.
Rüstem de biraz kıvrandı, yuvarlandı, o da canını teslim etti.
Bu haberle oba çalkalandı. Enver torununun ölümüyle yataklara düştü. Ayaz kahrından obayı terk etti.
Rüstem’in karıları ondan kurtulmanın sevinciyle mest oldu. Ne var ki sevinçlerini belli edemezlerdi. Onlar da ortama ayak uydurup günlerce yas tuttu.
Bu olay nesiller boyu çingenelerin dilinden düşmedi. Aktarıla aktarıla destanlaştı. Yeni nesiller Cemrenin hikâyesiyle büyüdü.