“Şu telin aynından var mı?”
“Bakayım tele…Hmmm yok…Aynısı değil hiç keman teli yok bende amca .Getiririm ama istersen”
“Burada olur dedi herkesler be çocuğum, keman satarsın telini neden satmazsın? Getirsen? Kaça getirirsin takımını?
“Tel takmayı bilmiyorum. Dükkanda keman hocası da sürekli olmuyor, o yüzden siparişle getiriyorum. Gerçi keman hocamız da tamamen ayrıldı. Kimseyi de bulamadım yeni öyle yani tamam ben sipariş geçeyim teli”
“Tamam sipariş geç de bana akşama lazım. Şu asılı kemanlardan teli iyi olanlardan birinden söksem olur mu?”
“Nasıl kemancısın amca sen ilkyardım ofisin yok mu?”
“Ah be oğlum a.kodumun çocukları otelde sahnedeyken ben yedek parçaların olduğu çantamı çalmışlar dün gece. Dur şu kemanlardan birini çalayım da nasıl kemancıyım gör sen!”
“İyi hadi çal bakalım, akort cihazı ister misin?”
“Önce şunu sorayım sen iyi bir keman hocası ister misin?”
“Amcam sadece iyi çalmakla olmuyor. Sen iyi çalarsın da adam kursa geliyor, nota öğrenmek istiyor, bana alaylı değil mektepli hoca lazım”
“Tamam işte ne güzel ben tam aradığın adamım. Bak şu keman iyi duruyor bir çalayım sen beni dinle, anlaşırız belki ben de otellerde çalmaktan kurtulmuş olurum”
Yaşlı Çingene kemancı kendinden ve o zavallı enstrümandan beklenmeyecek şekilde çalmaya başladı.
“…Müthiş Paganini değil mi bu” diyerek sevinçle sordu dükkan sahibi.
“Evet Caprice. Sevmez kemancılar Sibelius ve Paganini’yi çok çalmak istemezler. Çok duymazsın ondan”
“Klasik mi çalıyorsun amca sen akşam otellerde? Nerden öğrendin bu parçaları, kulaktan mı çaldın? Ben seni alaturka kemancı sandımdı”
“Öyle zaten kendim için çalıyorum bunları millet için de şarkı türkü…Konservatuar okudum Avusturya’da. Nota bilgim çok iyidir”
“Amca Avusturya’ya nasıl gittin sen? Sende sağlam hikayeler vardır. Hele otur onları anlat bakalım. Hatta önce anlaşalım ne zaman başlıyoruz derslere?”
“Şimdi dersen bugün başlarız hemen. Oteller falan olmuyor oğlum bu yaştan sonra.”
“Tamam, amca bugün başlarsın anlaştık da hikayeni anlat hele”
“Ne hikayesi. Müzik tutkusu ve çaresizlik oğlum benimki. Başka bir şeyimin olmaması yüzünden sarıldım ben müziğe. Müzikle geçindim, müzikle üzüldüm, müzikle sevindim. Ben on yaşlarında falandım, babam öldüğünde. Annem beni pek tınlamazdı babam sağken de. Babamın ölümünden sonra hemen tekrar evlendi. Üvey babam annemden bin beter çıktı. Öz babamdan kalan her şey atıldı. Evde babamın hatırası bir bu keman kaldı. Elletmedim onu. Yanımda taşıdım sürekli. Kemanla babamın gösterdiği birkaç sesi çıkardım durdum. Yani baba sevgisini babadan kalan kemanda aradım galiba be çocuğum…
Babamın ölmeden tanıştırdığı bir amca vardı. Ruhi amca. Onun yanına gittim arada fırsat oldukça hem babamdan bir şeyler anlatırdı hem keman öğretirdi. Annem yeni hayatına alışmaya çalışıyor, babamın lafını yeni kocası duymak istemez diye pek anmıyordu. On beşime girdiğim sene annem de vefat etti. Kalpten dediler. Pek kalpsizdi, inanmadım ama neyse.
Ben tamamen kimsesiz üstelik de yabancı bir adamın evinde kaldım mı? Okulu zaten ekip duruyordum. Artık hepten gitmemeye başladım. Sürekli keman çalışıyordum. Epey iyi konumdaydım artık. Bir iki arkadaşım kabarelerde, tiyatrolarda müzik yapan abilerle tanıştırdı beni. Ruhi amca da sürekli destek oluyor beni motive ediyordu. Çevrem gittikçe genişledi. Bazı kabare müziklerine eşlik ettim birkaç kez. Belki de hayatımda ilk kez bir şeyler iyi gidiyordu.
Eve zaten nerdeyse hiç uğramaz oldum, tiyatrolarda, arkadaşlarımda, sokakta yattım. Hiçbir yer bulamasam bu kemanın kabı yastık. Babamın elinin değdiği bu keman benim elimin de ekmek tutmasını sağladı. Üvey babam artık bırak meraklanmayı yolda görse başını çeviriyordu. Ben anladım o vakit ne doğru bir yol çizmişim. Hiçbir yere ait olmamak ne demek bilir misin? Dünyanın ortasındaki dipsiz bir delikten sürekli düşüyormuşsun hissi, ömür boyu düşmek. Allah düşmanıma vermesin ama ben hala düşüyorum. Bir gün beraber çaldığım grup bir tiyatro ekibinin müziklerini yapmak için yurtdışına turneye çıktı, ben de onlarla gittim. Tabi bu hayatımın dönüm noktası oldu. Avrupa’yı gezdik durduk. Avusturya’yı çok sevdim. Daha doğrusu Avusturya’da birini çok sevdim. Belki de en doğrusu şu: Hayatımda sevgiyi ilk kez on sekiz yaşımda Avusturya’da gördüm ve orada kaldım. Ne vardı yani müzik dünyanın her yerinde aynı dildi, nota ortak lisandı. İngilizcem zayıftı ama nota öğrendikçe müziğimle herkesle anlaşabiliyordum. Bilmiyorum belki de gemileri yakmıştım, başka çarem yoktu ve kendime geçerli nedenler uyduruyordum. Ama oldu işte bir şekilde neyse…
Avusturya’dayken sahnenin dekorlarını ayarlayan bir kızla, adı Christell’dı, acayip bir çekim oldu aramızda, on gün kaldık orada. Oyun on kez oynandı ve artık ayrılma zamanı geldiğinde ekibe onlarla gelmeyeceğimi ve burada Christell’la kalacağımı söyledim. O da benim gibi garibandı. Onun da tutunacak kimsesi ve baktığı sakat annesinden başka hayatta kimsesi yoktu. Ekip önce beni ikna etmeye çalıştı ama baktılar ki çabaları faydasız sonunda pes ettiler. Bazı arkadaşlarla hala çalarız. O günkü cevabın hala aklımızda, kalmanın senin için en iyisi olduğuna inandığımız cevap derler.”:
“Arkadaşlar ben bugüne kadar nereden eksilsem fark edilmedim, siz de bensiz yapabilirsiniz. Bir keman gıcırtısı olmasa da döner bu müzik. Ama ben burada kalmalıyım eksik olduğum yer Christell’ın yanı.” Demiştim
Oranın insanı seviyordu müziği. Sokakta çalıyorsun, durup dinleyip para veriyorlar. Çoğu insan bizdekinden çok anlıyor müziği, tiyatrolarda çalmadığım zamanlarda sokakta çalıp para topluyordum. Neye alışırsan o güzeldir, yoksulluk bile. Neyse bir gün oyunda konservatuardan bir hoca da varmış beni dinlemiş, mübarek oyunu izlemekten çok seni dinledim” dedi.
“Onlar da mübarek diyor mu hocam?”
“Yok be oğlum benim ağzım bu yani anlatırken ben dedim. Gel seni sınavlara sokalım dil sorunun da halloldu dediler. O seneki sınavlara girdim. Okulda sevilen bir öğrenci olmuştum. Ben üçüncü sınıftayken Christell’ın annesi öldü. Kulağıma tiyatro müdürüyle ilişkisi var diye geldi. Dedikoduları kendisine sorunca kabul etti. Özür diledi ve ayrılmak istediğini söyledi. Buraya kadarmış dedim ben de kendi yoluma devam ettim. Okulu bitirdim. Avusturya’da bir sene yalnız yaşadım. Çevrem genişlemişti. Anladım ki kimsenin yeri dolmaz değilmiş.
Dünyayı gezmeye devam ettim. Buna benzer çok Christell’lar oldu. Ama ilk aşk ilk acı hatırlanıyor hep. Yürümeyen çalışan bebek en kötü düşüşünü hatırlıyor. Bir daha öyle kötü düşmedim ama sürdü gitti benim hikaye. Anlatırım devamını sonra..
“Christell ne oldu peki?”
“Dönem dönem haberleştik .Kocası öldükten sonraki sene yanıma geldi Türkiye’ye. Müdürden olan oğlu da yanındaydı. Oğlu adam olmuş kendisi de çok bozulmuştu. Hani derler ya gözler bozulmaz gözleri bile bambaşka olmuştu.”
“Eskilerden laf açılmadı mı?”
“Söze gerek mi var oğlum eksilerin hatırı için gelmedi mi?”
O sırada dükkandan içeri bir kız girdi.
“İyi günler ben keman almıştım geçen seneden beri başka bir müzik okulundan ders alıyorum ama hocam ayrıldı. Sizin hocanızla devam edebilir miyim?” dedi.
“Tabi tabi hocamız tam da bugün başladı kendisi eeee” diye duraksadı dükkan sahibi.
“Varol kızım ismim, gel buyur”
“Benim de Ece hocam”
“Biz de hocamızla özel ve grup dersleri ayarlıyorduk şimdi. İsterseniz telinizi bırakın biz boş saatler netleşince sizi arayalım Ece hanım ”dedi dükkan sahibi.
“Tamam telefonum….. şu”
“Teşekkürler biz size bilgi vericez”
“Teşekkürler, iyi günler”
“Bak hocam senin de eksiğinin hissedildiği bir yer varmış” dedi dükkan sahibi
“Sanmam. Hadi ders işlerini ayarlayalım da Ece kızımızı ara sonra” dedi Varol.