Yaramazlıktan değil ya köprüler
Bilinçli kulaklarından asılıdır
Yedi ağız sulandırıcı siyah zeytin
Yanına bir de yeşil zeytini alarak
Yuvarlana yuvarlana gelirken
Gemlik’ten bu yana
Bulutlu yahut bulutsuz
Yıldızları kaybolur şehrin
Soğuk aralık sabahlarına yakın
Sarınmış otururken battaniyene
Dördü yirmi ya geçer
Ya geçemezken
On dört kış günü
Buz devrinde
İklim değişiklerine dahi
Küfredemez olur dudakların
Telefonlarda cevapsız aramalar
Ulaşılamamanın mermer soğukluğu
Hafiften deniz ıslatır kalça kıyılarını
Ilınmadan alışırsın dalga yardımıyla
Çiçekler göğe bakar da
Ağaçlarda yorgunluk çıtırtıları
Sonrası topuk sesleri gelir
Yalova’dan tıngır mıngır
Marmara Adası’nda çöker
Mutfak tezgahımın mermeri
Avşa’nın altındaki ıssız kumlar
Dona kalır yazı bekleye bekleye
Trenlerin rötarlarında bekleyen kadın
Bordo bavulunun yanında yere oturur
Uçaklar hilal çizer
Yıldızı sislenen sabahta
Tavşanla kirpi bir olur da
Dalar bahçeye bostana
O an ne Lefter ne Metin Oktay’dır efsane
Ada vapurları İzmit’e doğru gider
Tuzla’dan belki Pendik’e kadardır
Termal oteller
Buzlu bir bıyığa ağlayan kefenler
Anlamaz tepe orman kamplarının
Çadır beyazlarını
İşte o an tersine akan nehir
Kalkar ayağa
Boğaziçi’nde yatırılıp da
Kesilmiş bir boğa
Anlar ne insan ne hayvan
Bir dek üstündür her şeyden
Doğa…