Turuncudan sarıya, sarıdan kahverengine dönen yapraklar sessizce yere düşüyor. Yer onları ana şefkatiyle kucaklıyor.
Gökyüzü gri, sevimsiz bulutlarla kaplı. Yağmur mu, kar mı yağdıracağına karar veremeyen huysuz bulutlar bunlar.
Güneş günah işlemişçesine gri bulutların ardına gizlenmiş yeryüzünü görebilmek umuduyla bir aralık bulmaya çalışıyor.
Kara çizmelerinin topuğunu yalayan siyah bir paltoyla, yaşlı bir adam ayaklarını sürüyerek geçiyor. Ayaklarının altında hışırdayan yapraklar enstrüman edasıyla ona eşlik ediyor.
Hadsiz, şımarık kargalar, keleşmiş ağaç tepelerinde kavgaya tutuşmuş. Adam başını o yana çeviriyor. Başını iki yana sallayıp, yoluna devam ediyor.
Az öteden genç sevgililer kahkahalar atıp, şakalaşıyor. Kız adamın yanağını öpüyor, adam kızın dudaklarını…
Hava biraz sertleşiyor. Usuldan bir poyraz yalıyor saçlarımı. Hah, oldu olacak olan. Bulutlar kar yağdırmaya karar verdi diyorum.
Yaşlıca bir kadın bebek arabasını iteleyerek ilerliyor. Bebek ağlıyor. Kadın susuyor.
Güneş bir aralık tekrar yeryüzüne bakacak oluyor, fakat asi bulutlar elleriyle onu geri itiyorlar.
Uzaklardan, taa uzaklardan belli belirsiz araba sesleri, tren düdüğü, köpek havlamaları işitiliyor.
Kargalar tüm yine kavgaya tutuşuyor. Adam susuyor, bebek susuyor, kadın susuyor, ben susuyorum.