Koca göbekli, ablak yüzlü, kaytan bıyıklı sevimli mi sevimli bir dedeydi benim dedem.
Onu hep gülerken görürdük. Bir kere bizi asık suratla karşılamadı. Koca göbeği gibi kocaman yüreği vardı dedeciğimin.
O da her şeyden çok torunlarını severdi. Ninem bizi çok kıskanırdı ama belli etmemeye yeminliydi.
Dedem ninemin evde olmadığı bir akşam ocaklığa çalı, çırpı doldurup ateş yakmıştı. Biz, zaten her akşam onun yanında olurduk. O akşamda her akşam gibi gülüşüp oynaşacağımızı düşünürken, dedem birden ciddiyetini takındı ve:
-Çocuklar bu gece anlatacaklarımı hiç kimse bilmemeli. Hele nenen asla… Bana söz verin,
Şaşkın bakışlarla birbirimize bakıp’ ’söz’’ dedik.
Bizden sözü alan dedem acelesi varmışçasına başladı anlatmaya:
O anlatırken gözlerim yanan ateşe takılı kalıyordu. Çıkan alevler duvarları yalarken içime bir huzur kaplıyordu. Dedem benim dinlemediğimi anlamış olsa gerek, gürültüyle boğazını temizledi ve bana doğru ters bir bakış fırlattı.
O bakış bana yetti. Hemen kendimi toplayıp, can kulağıyla onu dinlemeye başladım.
Söze ‘’yılan yılanı yemeyince Evran olmazmış çocuklar’’ Dedi. Bağdaş kurdu. Tek çekimlik kehribar teşbihini eline alıp:
-Benim de bir arkadaşım var. O sizin bildiğiniz arkadaşlardan değil. O bir yılan. Hem de kocaman. Ona Evran diyorum.
Şaşkınlıktan ağzımız açık onu dinliyorduk. O devam etti:
-Hani geçen hafta tütün toplamıştık ya.
Biz: Eeee!
-İşte Evran o tarlanın altında yaşıyor. Çok kocaman. Nah şu gördüğünüz caminin minaresi kadar.
O anlattıkça biz de merak artıyor, devamını sabırsızca bekliyorduk. Hiç kimseden çıt çıkmıyordu.
Evran, dedemin can dostuymuş. Dedem ona, o dedeme her derdini anlatırmış. Birbirlerinin halinden çok iyi anlarlarmış.
Onun anlattıkları bize inandırıcı gelmemişti, fakat içimi bir şeyler kemirmeye başlamıştı.
Bu yılın madem o kadar büyük, neden başkasına görünmüyor da sadece dedeme görünüyor? Haliyle cevapsız sorular kafamda dönerken uyku tutmuyordu.
Bunu mutlaka babama anlatmalıydım. O işin aslını biliyordur diye düşündüm.
Ertesi sabah olanları babama anlattım.
Babam:-Hadi canım deden size masal anlatmış. Olur, mu hiç öyle şey. Güldürme beni dedi.
Dedi demesine de içine de bir kurt düştü. Biraz duraksayıp:
-Bak ne diyeceğim. Bir gece seninle dedeni takip edelim. Bakalım söyledikleri sahici mi?
Babamla anlaşıp o gece yarısı düştük peşine. Dedem tarlaya gelir gelmez Evran, Evran diye boşluğa seslendi. Ardından geciktin hayırdır. Seni merak ettim, kötü bir şey yoktur inşallahlar maşallahlar…
Dedemin boşlukla muhabbeti epeyce sürdü.
Gördükleri karşısında afallayan babam yere çöktü. Epeyce bir yerde oturduktan sonra kalkıp, elimden tuttu. Usulca oradan uzaklaştık.
O gecenin sabahı babam kardeşlerinin hepsini topladı. Ninemi de çağırdı. Gördüklerini, duyduklarını tüm ayrıntısına kadar anlattı.
Babam anlatırken ninem söze karışıp:
-Ah oğlum babanız benimle evlendi evleneli böyle. Ben size söylemeye cesaret edemedim. Zamanında ben de bu işin peşine düştüm. Aslını gözlerimle gördükten sonra inandım. Fakat utanır diye, bildiğimi ona hiç hissettirmedim.
Bunun üzerine Sevgi halam:- Hocalık valla bu ana, hocalık. Yarından tezi yok Hüseyin hocaya götürelim babamı dedi.
Amcam yüzünü buruşturup halama bakarak:- Saçmalama onun işi hocalık değil doktorluk. Geçen ay ilçeye indiğimde okul arkadaşım Nazmiye rastladım. Öteden beriden lafladık. Derken laf döndü dolaştı onun yeğeninin hastalığına geldi.
Yeğeni hayatının merkezine görünmez arkadaşını koymuş. Arkadaşının adı Samet’miş. Samet aşağıya, Samet yukarıya… Günleri bu minvalde geçirmekteymiş.
Bir gün öğretmeni durumu anlamış. Vakit kaybetmeden Nazmi’yi çağırmış. Her şeyi ince ayrıntısına varana dek anlatmış.
-Bak Nedim kardeş, yeğenin Hüseyin çok hasta. Onu bir psikoloğa götürsen fena olmaz. Hatta benim arkadaşım var cerrah, onun hastanede mutlaka tanıdığı bir psikolog vardır. Ondan rica eder, bir doktor buluruz. Hatta ben de seninle gelirim. Çocuk için ne gerekiyorsa yapar döneriz. Demiş.
-Babamda da o çocuğun hastalığına benzer bir hastalık olabilir. Vakit kaybetmeden doktora götürmeliyiz dedi.
Dedemi bir şekilde ikna eden babam o doktoru eliyle koymuş gibi buldu.
Doktor:- Babanızın hayal dünyası epey karışmış. O var olmayan yaratıklar görüp onlarla konuşuyor. Üstelik bunu çocukluğundan beri yapıyor. Biz bu hastalığa tıpta Şizofreni diyoruz. Epeyce tehlikeli bir hastalıktır. Mutlaka ilaç kullanması gerekir. Neyse ki şimdiye dek kötü şeyler yapmamış. Sizin bunu fark etmemeniz çok ilginç diyerek yazmış reçeteyi.
O gün dedemle birlikte poşet poşet ilaç geldi eve. Dedem çok yorgun görünüyordu. Hemen divana kıvrılıp oracıkta uyudu.
Ertesi sabah ilaçları içmeye başladı. İlaçlar içildikçe dedemin gülüşleri azaldı. Zamanla hiç gülmez oldu. Suratı mahkeme duvarı gibiydi artık. Torunları onu öyle görmeye dayanamıyor, bu yüzden yanına gitmiyorlardı. Bir ben gidiyordum. Onun bu duruma düşmesine ben sebep olmuştum. O hastalığını hastalık olarak bilmiyordu. O Evran’la mutluydu. Bu mutluğu ben bozmuştum.
Zavallı dedeciğim bir sabah asık suratıyla terk etti dünyayı, Evran’ı, bizi…
Bu yüzden kendimi asla affetmeyeceğim.