Uzun süre bekledikten sonra bankadan çıkmaya karar verdim. Sıra numaram bir türlü yanmıyordu ekranda. Numaratörden bahtıma düşen sayı 378’di. Bankanın numara ekranında kırmızı renkle 377 yazıyordu bir süredir. İçeride benim dışımda yaşlı bir teyzeyle onun torunu olduğunu düşündüğüm toy bir kız vardı. Kız banka ekranına bakmıyordu hiç. Telefonunun ekranı daha cazip geliyordu ona. Yaşlı teyze ise uyukluyordu. Gişe memurları kendi aralarında konuşup, gülüşüyorlardı. Bir türlü geçmediler sonraki sayıya. Bense gözümü dikmiş onlara bakıyordum. Beklemeye tahammülüm yoktu. Öksürebilirdim yalandan, kalkıp burnumdan soluyarak hızlıca bir sağa bir sola yürüyebilirdim, bana acımalarını sağlayacak bir yüz ifadesiyle “Pardon işim acele de…” diyebilirdim, telefonuna bakan kıza şirin bir gülümsemeyle “Sıra sizde mi acaba?” diyerek 377 yazan ekranı gösterebilirdim, öfkeden kıpkırmızı olmuş bir şekilde “İşinizi yapın, işinizi!” diye bağırabilirdim memurlara. Bütün bu ihtimalleri düşündüm. Dışarıdan beni izleyen birinin ne kadar da sakin bir şekilde oturduğumu düşünebileceğini düşündüm. Sanki benim bu hayattaki görevim, 1980’lerden kalma eski bir binanın giriş katındaki, içi henüz yenilenmiş, oturakları uyuklamaya uygun rahatlıkta, kliması sonuna kadar açılmış bu bankada öylece usul usul oturmaktı. Lisedeyken iri yarı, uzun boylu, gevrek gevrek güldüğünde yumurta sarısı dişleri iyice ortaya çıkan, cüssesiyle alt sınıfların gözünü korkutan o çocuğun bana dediği şey geldi aklıma. Beni göstermişti kantinde otururken, “Şu kız” demişti “Şu kız gibi olayım yalan söylüyorsam.” Böyle demişti etrafına topladığı kalabalığa. Hep birlikte gülmüşlerdi. Neyi kastetmişti acaba? Yalan söylüyorsa benim gibi olacakmış. Ben nasıldım ki? Ben nasılım?
377 yazıyor ekranda. Teyze uyukluyor, kız telefonuna bakıyor, gişe memurları gülüşüyorlar. Ben oturağa mıhlanmış gibiyim, memurlara bakıyorum. Kalkabilirim, kalkmıyorum.
Bankanın güvenlik görevlisi çay ocağından çıkıyor. Elinde içe içe geçirilmiş iki tane karton bardak, içinde olsa olsa çay vardır diye düşünüyorum. Nedense kahveyi yakıştıramıyorum ona. Çayı daha çok sevdiğini düşünüyorum. Bardağından dumanı tüte tüte yerine gidiyor, o da oturuyor artık. İri yarı, bıyıklı bir adam, 50’li yaşlarda gibi. Amcama benzettim adamın tipini. Acaba o da amcam gibi “Bah hele, nörüyon gıız?” ağzıyla konuşuyor mudur? Yanına gidip “Nörüyon amca?” desem aval aval bakar mı yoksa “Eyiyim gadasını aldığım” mı der? Kalkıp konuşmayı deneyebilirim aslında. Beklerken de sıkılmamış olurum. Amcamı anlatabilirim. Amcam köyde doğmuş, büyümüş. Gençken çobanlık yapmış, büyüyünce de tarla tapan işlerine koşturmuş. Sevimli, iyi niyetli, güleç bir adamdır amcam. Eli sıkıdır o ayrı. 3 kızı var, Allah bağışlasın. Kızları büyümeye başlayınca tarlaları satmış merkeze göç etmişler. Köyden tanıdıkları ön ayak olmuş da kumaşçı dükkanı açıvermiş. Ben küçükken korkardım amcamı görünce çünkü babamgil, cebinde akrep var bunun deyip dururdu. Amcam da “Gıız gorkma hele o ahrep o ahrep deel.” derdi.
377 yazıyor ekranda. Memurlardan biri kapısında çay ocağı yazan yere girdi. Bence o da çay seviyor. Peşinden gidebilirim, kapıya vurup “Şey pardon ben de bir çay alabilir miyim?” diyebilirim. Hayır hayır üzgün ve ağlamaklı bir ifadeyle “Pardon ama acil bir işim vardı.” demeliyim. Belki beni o şekilde görünce üzülür ve hemen işlemimi yapmak ister. Hayır hayır neden çay ocağına gidenin peşinden gidiyorum ki? Gişede boş duran diğer memurun yanına gitmeliyim. Mesai saatinde boş durmasını kinayeli bir şekilde söylemeliyim ki utansın. “Pardon sizi meşgul etmek istemem fakat acil bir işim var.” Sinirlenebilir bence. Kesin kahveyi daha çok seviyor bu. Bilmiş bir tavrı da var üstelik. Bir keresinde bizim oralarda namı kahveci olan bir adam ona biraz imalı konuşan bir müşterisinin kafasına vura vura çarşıda rezil rüsva etmişti. En iyisi ben çay ocağına gidenin dönmesini bekleyeyim. Beklemeye tahammülüm yoktur aslında. Kalkabilirim, kalkmıyorum. Yaşlı teyzeye bakıyorum. Rüyasında belki çocukluğunu görüyordur. Arkadaşlarıyla ebelemeç, yağ satarım bal satarım, körebe oynuyordur sokakta. Bağrışıyorlar, gülüşüyorlardır. Demek bazı yaşlılar bu yüzden çok uyuyor. Rüyasında çocukluğunu gören insan uykusundan uyanmak ister mi hiç? İlkokul öğretmenim çocukluğumuzun kıymetini bilmemizi söylerdi hep. Anlamamıştım ne demek istediğini. Ben büyümek isterdim hep, büyürsem canımın her istediğini yapabilirdim. Yaşlı teyze uyanırsa ona sorabilirim. Çocuk olmak mı büyük olmak mı daha güzel? Hem yanında torunu var ona da ders olur konuştuklarımız. Ben o kıza şöyle derim mesela: “Hayat bana şunu öğretti tatlı kız, ne yaparsan kendin için yaparsın bunu sakın unutma!” derim. Bence yaşlı teyze de beni onaylar. Biraz ağzım kurur gibi oldu. İnsan bu kadar içinden konuşurken ağzı kurur mu? Çay ocağına gidip bir bardak su isteyebilirim. Üzgün ve mahcup bir şekilde “Pardon bir ilaç kullanıyorum da, ilacın saati geldi, bir bardak su alabilir miyim?” dersem bence çay ocağının işlerini yapan teyze bana kıyamaz “Buyur gızım al doya doya iç.” der. Pembe önlüklü, yaşlıca bir teyze olarak düşündüm bu kişiyi. Benim çalıştığım iş yerinde de böyle bir teyzemiz var. Yani pembe önlüklü ve biraz yaşlıca. Ağzına aynı anda üç tane sakız atarak güne başlar. Öğle yemeği vakti sakızı çıkarır, çay tabağının üstüne koyar, yemek bitince çay tabağına yapışan sakızı bir çırpıda çekip ağzına atar. Bazen o sakız tüm ağzını kaplar, yanakları tombul, gürbüz çocuklar gibi gözükür. Hep merak etmişimdir hatta belki bir ara sorarım ona. “Teyzeciğim neden hep sakız çiğniyorsun?” Aslında bir tahminim var. “A gızım onca derdi tasayı başka türlü taşıyabilemem.” Bence sakız çiğnemek bir insanı olduğundan çok daha gevşek gösteren bir şey, belki de bu yüzden okullarda, resmi yerlerde hoş karşılanmıyor. Şu an yanımda bir damla sakızı olsun isterdim. Güvenlik amcada var mıdır acaba? “Canını yidiğim bak hele sakızın var mı?” diyebilirdim. Güvenlik amca pür dikkat telefonuna bakıyor. Bence kesin bahis sitelerine bakıyor. Yok yok o işlerden anlamıyordur. Sosyal medyada akrabalarının paylaştıklarına bakıyor olabilir ya da köyünün fotoğraflarına bakıyordur. Dörtten geriye doğru sayacağım eğer bir dediğimde kafasını kaldırırsa at yarışı oynuyor demektir. Dört, üç, iki ve bir! Kafasını kaldırır gibi oldu ama hayır esniyor. Kaldırmadı kafasını. Ah be amca neye bakıyorsun acaba şu an? Benim akrep amcam ise telefon kullanmayı pek bilmez. Zaten eski tuşlu telefonlardan aldırmış kızlara. Diğerlerine mazallah o kadar para verilir miymiş hiç?
377 yazıyor ekranda. Memurlardan çay ocağına giren çok şükür çıktı oradan. Eli boş. Çayını içerde mi içti acaba? Diğer asabi görünümlü çok bilmişle sohbete başladılar. Gidip şöyle diyebilirim: “Merhaba numaram 378, eğer 377 numara yoksa benim işlemimi yapabilir misiniz?” Hayır hayır eğer bu şekilde söylersem onları kızdırabilirim. En iyisi en masum ifademle “Merhaba müsait misiniz?” demeliyim. Bu esnada güvenlik amca yerinden kalktı. Banka kapısına doğru gidiyor. Bir kadın hışımla giriyor içeri, bağırıyor girerken. “Hay Allahın cezası seni! Saatlerdir seni arıyorum. Demek bugün de gelmiş burada oturuyorsun! Kalk gıız!” Kafamı çevirip ekrana bakıyorum. Şimdi 378 yazıyor ekranda. Seviniyorum. Güvenlik amca konuşuyor “Mesai saati bitti, banka kapandı.” diyor. Bunu gayet düzgün bir Türkçeyle ve kibarca söylüyor. Demek amcam gibi konuşmuyor. Ben bağıra çağıra içeri giren kadın -annem- tarafından çekiştiriliyorum. Pembe önlüklü teyze olsa hayır hayır beyaz önlüklüydü galiba ya da başka renk, hatırlayamadım, başımı okşayıp “Hadi gidelim gızım.” derdi. Sakızını yanağında tutardı böyle anlarda, çiğnemezdi.
Kalkabilirim, kalkıyorum. Bankadan çıkmaya karar veriyorum.