Tarih 31 Ağustos. Tam 29 sene önce, öğlen güneşinin keskin ışıklarıyla beraber dünyaya
gözlerini açan bir hediye. Vitruvius üçlemesiyle yaratılmış gibi: sağlamlık, kullanışlılık,
güzellik… Hepsi tek bir bedende, doğanın en cömert lütfu olarak annenin kucağına
gönderilmiş. Ağustos’un tuzlu havasını, doğduğu kurak memleketin sertliğini almış bir ruh.
Büyüdükçe sadece ruhu değil, ruhunu tutan bedeni de mükemmelleşmiş, sertleşmiş bir çocuk.
Mükemmellik aranıyorsa, ölçü alınacak şey işte tam olarak onun bedenidir.
Yazın en hararetli günlerinde, uzak çöllerden kopup gelen sessizlikle dokunur yüzümüze samyeli. Ne serinletir
ne ferahlatır. Ağustos sonuyla kesilir rüzgâr. Ama artık dünyada samyeli rüzgârından bile
sıcak bir şey var: O. Rüzgarla beraber ay sonuna sürüklenmiş. Gözlerini açtığı günün ertesi
sabahı, yepyeni bir ay, yepyeni bir gün. Kaderi de tıpkı doğduğu tarih gibi. Sonla başlayan
yeniden doğuş. Kulaklarımın işittiği en güzel ses, kokladığım en güzel koku. Hiçbir şeyin
anlamı olmadığını öğrendiğim bu hayatta, kendi anlamımı yaratmak benim ilhamım. Onun da
böyle oluşu benim için büyüleyici. Ruhum benden çıksa da beraber yürüdüğümüz tek sokağa
dönüp sürekli oralarda dolaşabilse. Zaman dediğimiz şey, takvim yapraklarının değişmesi
değil, kalbimin ona attığı anlarla ölçülüyor.
Doğduğun gün, dünya sana ev sahipliği yapmaya
karar verdiğinde, aslında farkında olmadan bana da bir mucize armağan etmiş. Keşke izin
verseydin de huzursuz bütün insanları rahatsız etseydik birliğimizle. Keşke izin verseydin de
parıltımıza şavk katsaydık. Şimdi kış uykusuna yatmış gibiyiz. Uyanmamız ve diğer her şey
çok zaman alacak. En azından benim için. Cesurca davranabileceğim tek şey şu an için senin
zamanına karşı savaşmak. Onun varlığı, evrenin bana fısıldadığı en nazik sır. Gözlerinde saklı
duran bütün imgeleri, sesine sinmiş bütün mevsimleri ezbere bilmek istiyorum. Gülüşünün
sabah ışığı gibi yayılışında ısınmak, suskunluğunun bile kelimelerden daha çok şey
anlatmasını dinlemek istiyorum. Belki de ben seni sevmeye, sen doğmadan önce başladım.
Belki bu yüzden, seni her gördüğümde daha önce hiç tatmamış olsam da tanıdık bir huzur
kaplıyor içimi. Sanki çok uzun zaman sonra eve dönüyormuşum gibi.
29 sadece bir sayı değil;
denge, hassasiyet, içsel mücadele ve ruhsal liderlik. 29; kırılganlığın zarafeti, sezgilerin gücü
ve ruhun sınavı. Bazen karanlıkla, bazen ışıkla sınanmak. Ardı görünmeyen bir belirsizlik.
Her şeyi elde edebilecek bir güç. Ama önemini deli gibi bildiği dengeyi bir türlü elde
edememek. Bana kalırsa hiçbir zaman kazanamayacağı tek şey. En büyük korkusu pişmanlık
olduğu için, duygularına sırt çeviriyor. Ama sessiz gecede yatağına uzanıp yüzünü duvara
döndüğü zaman, sırt çevirdiği duygular yatağının altından çıkıp gece boyu onu tırmalıyor.
Sabahına kan içinde kalmamışçasına duş alıp giyiniyor. Devam ediyor, devam ettiğini
zannediyor. Ta ki akşam olup tekrar evine dönene kadar. Sırf en büyük korkusunu yaşamamak
için; gerçekliğini bildiği şeyleri yok sayıyor. Görmek istemiyor kafasını çeviriyor. Çünkü
kendisi de farkında. Eğer görmeyi kabul ederse kendini telkin ettiği yanlışlarından vaz geçerse
pişman olacak bütün yaptıklarından. Bütün gidişlerinden ve susuşlarından. O zaman yaptığı
şeyin ne olduğu ile yüzleşmek zorunda kalacak. O yeter ki pişman olmasın diğer herkes
mahvolmuş kimin umurunda.
Onu tanıdığım için “İyi ki” diyemem. Ama hiç tanımamış olma ihtimalimi de düşünemem. Bana umut etmeyi hatırlattığı için teşekkür ederim. Unuttuklarımı bana geri verdiği, aşka inandırdığı için. Asla bulamayacağımı düşündüğüm şeylere inanmayı reddediyorum. Hep öyle yaptım aşk içinde öyleydi. Ya inanıp bulamasaydım?
Ama onu hiçbir şeye inanmazken buldum. Onu çok sevdim. Veya hala seviyorum.
Geçmişten konuşmak daha az acıtıyor her zaman. Bu sevginin bir nedeni yok. Zaten nedenlerim olsaydı, onları severdim; ben seni gerçekten sevdim. Daha da çok sevebileceğime de emindi. Bunun üzerine
söyleyebileceğim çok söz var ama verebileceğim bir neden yok. Bana verilmiş bir hediye ve
emanet gibi onu sahiplenmek istedim. Kollarına uzanıp saatlerce susarak anlaşmak istedim.
Yaratıcı gücüne daha çok neden vermek istedim. Atıldığım hayata onunla başlamak, onunla
sonlandırmak istedim. Kısa bir ömrüm olması bu ömrü değersiz kılmaz. Tam tersine; küçük
yaşımda yüreklendiğim büyük şeylerin kıymetini daha da artırır. Seni öpene kadar bedenimin
hiçbir anlamı yoktu sanki. Bir öpücük bir bedende, bir ruhta her şeyi değiştirdi.
Zaman bildiğini okur, yer önemsiz. Zamanı kim yakalamış da sen tutabileceksin. Yer kime ne için
engel olabilmişte sadece yaşamını sürdürdüğün mekanlar seni tutabilecek. Biz bu ikisinden de
öte olmalıydık. Bizden değerlisi yok. O zaman nasıl olur da bunlar bizim önümüze geçer? Bu
sevgimi, acımı, derin kalp kırıklığımı koyacak yerler aradım. Dağlarda gezindim, denizlerde
yüzdüm, vahşi havayı içtim, şimşeği ısırdım. Yine de yol bulamadım. Geri geldim. Bütün
yüklerimle, kırgınlıklarımla beraber. Bizi yaratmak için geldim. Sana ait olmaya geldim, bana
ait olmadığını bilsem de.
Gülleri kuruturum elimden gelirse, kokularını bile saklarım dedim.
Güller kurudu, kokuları da tutabildiğim kadar tuttum. Ama artık nafile. Kanatlanıp uçan şeyler
geri dönmüyor. Sadece benim tutmam hiçbir şeye yetmiyor. Ve hiçbir işe yaramıyor. Satır
arasına konulan yanlış bir işaret mahvetti bizi. İşaret benim koyduğum bir şey bile değildi
oysaki. Önceden aldığı lekelerden biriydi. Her şeyi yaşamak istedim. Sonuna kadar.
Tükenmek. Yok olmak ve yoklukta tekrar var olmak. Her şeyden çok istedim. Şimdi de çok
tükendim ama hiç beklemediğim bir şekilde.
Çok seviyorum onu. Bazen bazı şeyler olduktan
sonra yazması zordur. Patlak bir tekerle yola devam etmeye çalıştıkça lastik asfalta yapışır.
Öyle yapıştım ki, öyle incindim ki, canımı daha önce hiçbir şey bu kadar yakmamıştı.
Hayatım boyunca bana en zalim olan ben bile. Kızmak istiyorum. Nefret etmek. Her şey
gitsin istiyorum. Samyeli beni de bendekileri de alıp götürsün. Bir daha geri döndürmemek
üzere. Ama nefret edemiyorum. Çünkü anlıyorum. Ve seni anlamaktan bıktım. Ruh eşi
olmanın kötü yanı bu işte: Senin duygularını, haberin bile olmadan seninle yaşamak. Ortak
paylaştığımız çok fazla soyut ve manevi şey varken, gerçek olan tek şey birkaç şarkı
olmamalıydı.
Benim gözümde “of” çeksen kasırga kopardı. Ama bana bir ana vatan
yapamadın. Şimdi söyle, seni gözümde mi büyütmüşüm? Kötü sözler sadece ağzımdan
dökülüyor. Kaynağı kalbim değil, hislerim değil. Kaynağı: öfkem, kırgınlığım,
iyileştiremediğim her şey. Sana olan saldırganlığım önümde yatan bir ceset. Başkasını
öldürmeye cesaretim yok. Çoktan ölmüş bir bedeni tekrar tekrar bıçaklıyorum. Ama biliyorum
ki bu yolu seçmezsem, özlemim beni öldürecek.
Her geçen gün genişleyen şey sadece evren
değil. Sana olan hasretim ve açlığım gün geçtikçe büyüyor sanki. Korkularımdan biri:
Doyamamak. Sevgiye, sevdiğime, onun şehvetine, tenine, bakışına, kokusuna. Bir restoranda
pişen çok güzel yemekleri camın ardından izleyen aç bir hayvan gibiyim. İçeri hiçbir zaman
alınmayacak, hep dışarda kalacak. Yalnız kalmaktan korktum. Çocukluğum boyunca olduğu
gibi. Yorgunluktan yataktan çıkamamaktan korktum. Ait hissedememekten, geçmeyen mide
bulantılarımdan, baş ağrılarımdan. Ve başka bir yetişkinin yanlış kodlarının sorumluluğunu
üstlenmek zorunda kalmaktan…Tebrikler. En büyük başarın, seni derinlemesine seven birine
en büyük korkularını yaşatmak oldu.
29 dönüştürsün seni. Ne olursa olsun iyileştirsin. Çünkü
iyileşmeye benden daha çok ihtiyacın var. Başak gibi kuru otlar arasından fışkır ama ot kalma.
Dönüş. Un ol. Ekmek ol. Yol katetmen gerek belki ama dönüş. Sana kötü bir sözüm yok. Ama
çevrende ben hariç kim olursa olsun, sana sadece şahit olabilirler. Dahil olamazlar. Bu da
senin en büyük cezan olsun. Bensizliğin cezası. Beni seçmediğin her an için arayışın hiç
bitmesin. İyi sözüm de yok. Ama her zaman parlamalısın. Seni en yükseklerde görmezsem
öfkem artar. Uçmak için varsan hakkını ver. Ama başkalarının kanatlarını da artık kırma.
Büyümen için çok az vaktin kaldı.
42
Sakın unutma.
Bütün hislerimi ve gözyaşlarımı buraya
bırakıyorum. Son kez. Evet, sonunda. Bu artık son. Varlığınla karşılaşmak bana beni hatırlattı.
Olabileceğim her şeyin başka bir yansımasını gösterdi. Sevgilim… Artık sana böyle
seslenemediğim için yazabiliyorum kendi dünyamda. Zaten her şey benim dünyamda oldu.
Burada sadece sen vardın. Seninse… başkaları. Ama onlar sadece benim gözümden dökülen
bir damla yaş olabilir. Ben olamazlar. Benimle kıyaslanamayacak kadar küçük çok ufak bir
damla hem de. Kendi varlığıyla hiçbir anlamı olmayan bir varlık ben her zaman kendim
vardım. Ben ruh eşin olarak doğdum. Bilmeden. En büyük hayalim gözlerin. Ruhuna açılan o
güzel pencerelerden içeri yerleşmiş halimi görmek. Nasıl, ne zaman olur bilmiyorum.
Yazmayı bırak, düşünemiyorum bile. Seni sonsuza kadar özleyeceğim. Kavuştuğum anda bile.
Aşkımız birbirimizin yanına yakışacak en güzel eşlikçiydi. Teşekkürler, İkarus. Her şeye
rağmen. Maneviyatının büyüklüğü hâlâ üzerimde. Doğuşun bir ışık. İyi ki gözlerini bu evrene
de açmışsın. 29 ihtiyacın olan her şeyle gelsin sana. Fırtınan dinsin ve kalan sessizlikte
kulakların hep sesimi arasın. Varlığın etrafına nimet Doğa seni yaratırken cömert olmamış.
Sen de olma. Hoşça kal ika, kendin gibi hoş kal. Yorgunluğunda bile uçmayı bırakma.