24
Yüzyıllar boyu yaşamış insanoğlunun, en başa çıkılması zor dönemine denk gelmiştim. Geçmişte yaşanan ne savaşlar ne de diğer hastalıklar hiç bu kadar çaresiz bırakmamıştı insanlığı.
İlk olarak 2024 yılının son çeyreğinde, bir bilim insanında rastlanmıştı bu hastalığa. Bir kaç yıl gizli tutulmaya çalışılsa da zaman içerisinde tüm ülkelerde vakalar belirgin bir şekilde görünür olmuş ve yayılmıştı. Henüz tam anlamıyla bir ismi bile yoktu ama bazı uzmanlar 2024 yılında görülmeye başladığından dolayı 24 hastalığı diyorlardı.
Bense hastalığın çıktığı o yıllarda daha ilkokula gidiyor olmama rağmen yaşanan her şeyi aklıma kazımıştım. Bilim insanları dahil herkes hayretler içerisindeydi. Ne devlet yetkilileri ne de uzmanlar hastalıkla ilgili açıklama yapamıyor, yalnızca kaos ortamı oluşmaması adına insanları oyalamakla yetiniyorlardı. Hastalığın hiç bir belirtisi olmadığından dolayı da teşhis de edilemiyordu. Bu hastalığa yakalanan kişi uyuduğu uykudan bir daha uyanamıyordu. Ama bu bir ölüm de değildi. Kalpleri atmaya devam ediyor, beyinleri yaşamsal fonksiyonunu koruyordu. Bunların sonucunda da hareketsiz ve etkileşimsiz bedenler ortaya çıkıyordu.
Zamanla hastaların sayısı hızlı bir şekilde arttı. Hastanelerin kapasiteleri yetersiz kaldığı içinde hastaların takibi evlerinde yapılmaya başlandı. Fakat büyük bir sorun ortaya çıkmıştı. Hareketsiz kalan ve ihtiyaçları giderilemeyen bu bedenler, ilerleyen günlerde çürümeye başladı. Devletler tarafından bazı koruyucu önlemler alınmasına rağmen hastalıktaki ani artıştan kaynaklı istenilen sonuçlar alınamadı. Artık dünyanın her yanında yaşarken çürüyen insanlar vardı ve bu insanlar hala hayatta oldukları içinde gömülemiyordu. Bu da mikropların yayılmasına ve başka hastalıkların ortaya çıkmasına zemin hazırlıyordu. Bu durum karşısında ülkeler ortak çalışmalara başladı ve bir çözüm ürettiler. Ütopya adını verdikleri devasa yapılar inşa ettiler. Bu yapıların tek bir tanesi yüzbinlerce insanı içine alabilecek kapasitedeydi. Ütopyaların içinde de her hastaya özel kapsüller bulunmaktaydı. Kapsüller ise uyuyan bedenlerin çürümesini engellemek ve ihtiyaçlarını karşılamak üzere tasarlanmıştı. Tespit edilen hasta 3 gün içerisinde uyanmazsa evinden alınıp bu alanlara götürülüyordu. Buralarda hem araştırmalar yapılıyor hem de durumları takip ediliyordu.
2024 yılında tespit edilen ilk hastaysa 16 yıl geçmesine rağmen hala canlıydı ve uyumaya devam ediyordu . Diğer hastalardan da henüz uyanabilen olmamıştı.
Ama hastalar arasında ölümler yaşanıyordu. Bazıları organları sapasağlam yıllarca uyumaya devam ederken bazıları da bir kaç hafta ya da bir kaç yıl içerisinde ölebiliyordu.
Cevapları aranan onlarca soru vardı ve yıllar geçmesine rağmen pek bir ilerleme kaydedilmemişti. Bir takım ilaçlar geliştirilmişti ama onlarda hastalıkla ilgili değildi. Yalnızca uyumayı geciktirmek içindi. İnsanları daha dinç tutuyor ve uyumadan beynin ve vücudun dinlenmesini sağlıyordu. Ama bunun da etkisi her insana göre değişiyor ve en fazla 45 gün sürüyordu. İlacı tekrar kullanabilmek içinde 2 aylık bir süre gerekiyordu. Yoksa beyindeki hücreleri öldürüyordu. İlacı uygun koşuluyla kullanmayan insanların çoğunun ise beyin ölümü gerçekleşmişti. Yani insanlar elinde sonunda uyumak zorunda kalıyordu. Uyuyanlar eğer hastalığa yakalanmışsa geri uyanamıyorlardı. Sağlıklı olanlar da uyandıklarında normal hayatlarına devam etmekte güçlük çekiyordu. Uyuyup tekrar uyanamamaktan korktukları için uyumaya direniyorlardı. İlaçlar da sadece insanların uyanık kalmasını sağlandığından dolayı diğer bilinç olaylarına pek etkisi olmuyordu. İnsanlar 11. Günden sonra uyuşuk zihinlere dönüşüyordu. Kimileri alzaymır hastası gibi bazı yeti kayıpları yaşıyor, kimileri de halüsinasyonlar gördükleri için kafayı sıyırıyor ya da daha fazla uykusuzluğa dayanamayıp ölüyordu. En aklı başında kalabilenlerse tekrar uyanamamayı göze alıp uykusu geldiği anda direnmeden uyumayı tercih edenlerdi.
Haliyle bilim insanları ve uzmanlar da aynı durumdan müzdarip oldukları için hastalığın nedeninin ve tedavisinin araştırılması ve incelenmesi zorlaşıyor ve gecikiyordu. Bu sebeplerden de artık aktif insanlardan çok ütopyalarda toplanıp tekrardan uyanmaları umut edilen sessiz bedenler vardı.
Uzmanlara göre eğer bir an evvel nedeni ve tedavisi bulunamazsa dünya nüfusunun tamamını yakını bu hastalığa mahkum olacaktı. Şu anda bile hasta olmayan insanların sayısı bir milyara düşmüştü. Araştırmalar sonucunda da kalan bu insanların % 10’un da Morvan Sendromu tespit edilmişti. Bu insanların hastalıklarından dolayı aylarca veya yıllarca uyuyamadıkları biliniyordu.
Hastalığın görüldüğü günden bu yanaysa çok sayıda görüş de ortaya atıldı. Bazı uzmanlar bu hastalığın deneyler sunucu insan eliyle ortaya çıkarıldığını ve insan nüfusunu azaltmaya yönelik bir plan olduğunu söylüyorlardı ve bunun da çok iyi bir şekilde ilerlediği görülüyordu. Diğer uzmanlar da zamanla dünyanın bir hastane görevi üstleneceği tezini ortaya koyuyorlardı. Uyuyanlar komada kalarak uyumaktan kaçanlarsa akıl sağlığına yitirmiş, sinir ve ruh hastaları olarak dünyada yaşamını sürdürecekti. Ama bu hastanede ne bir doktor ne de bir uzman olacaktı. Bu da dünyanın sonu anlamına geliyordu.
Bu olaylar yaşanırken diğer taraftan da sosyal hayata dair bir şey kalmamıştı. Üretim azalmış, yaşanan teknolojik, kültürel ve eğitimdeki gelişmeler geriye doğru yön değiştirmişti. Ama hastalık, bir olumlu gelişmeye neden olmuştu. O da savaşların son bulmuş olmasıydı. Artık tüm ülkelerin tek odak noktası, bu hastalığı ortadan kaldırmaktı.
Aynı ben de bunu umut ederek hayatıma devam ediyordum. Bu yaşadığımız resmen ölümle dans etmek gibiydi. Uyuduğumuzda uyanamama riskini düşünerek yatağa uzanmak, tüm sinir sistemimizi alt üst ediyordu. Uykuya karşı gelmekse bir yere kadardı. Sonunda ya uyurdun ya da uykusuzluktan ölürdün. Her 2 uçta yok olmaktı. Ama en azından birinde tekrardan uyanabilme ihtimali vardı. Şimdiye kadarki uykusuzluk rekorum ise ilaçların yardımıyla 28 gün olmuştu. O güne gelene kadarsa yaşadıklarım akıllara zarardı. Onları tekrar yaşamaya cesaretimin olmadığı zamanlarda uyanamamayı hiç umursamayıp uykum geldiği anda uyuyordum. Geri uyandığımdaysa yeniden doğuyordum.
Ne yazık ki ailemden de babam 5 yıl, annemde 2 yıl önce yakalanmışlardı bu hastalığa. Geriye ben ve ablam kalmıştık. Biz de çökük ruh haliyle yaşamaya çalışıyorduk. Tabi buna yaşamak denirse eğer. Mesela bu defa da 21 gündür uyku yüzü görmemiştim. Rekoruma daha vardı ama artık ne dayanacak gücüm ne de psikolojim kalmıştı. Vücudumdaki dermansızlık tuvalete bile gitmemi engelliyordu. Yemek konusunda da yönetimin dağıttığı besin takviyeleri ile yetiniyordum. Ablamın durumu benden daha iyi gibiydi. 25 gündür uyumamıştı ama en azından ihtiyaçlarının karşılayabiliyordu. Onun benden daha dayanıklı olduğu aşikardı. Son günlerde de ablamı 2 ya da 3 tane görüyordum. Hangisinin gerçek olduğunu ayırt etmek gitgide zorlaşıyordu. Dilim dolanıyor, beynimin içinde sesler alarm veriyordu. Kulaklarımdaki uğultu da çabasıydı. Anlaşılan artık ilaçlar fayda etmez duruma gelmişti. Vücudum ve beynim benden uyumamı istiyordu. Eğer biraz daha direnirsem büyük ihtimalle ölüm kaçınılmaz olacaktı. Zaten uykuya yenilmemse an meselesiydi. Göz kapaklarım giderek ağırlaşıyordu. Kafamdaki sesler de dayanılmaz hale gelmişti. Odanın duvarları yamuluyor, eşyalar etrafımda dönüyordu. Direncim kırılmıştı artık. Sağa sola yalpalayarak yatağıma zor attım kendimi. Elimden bir şey gelmiyordu. Ya hayattan kopacaktım ya da baştan doğacaktım. Ve usulca uykuya bıraktım kendimi.
Bilincimin yerine gelmesi ne kadar sürdü bilmiyorum ama uyanmıştım. Tam gözlerimi açacaktım ki göz kapaklarım yapışmış gibiydi. Doğrulmaya çalıştım ama vücudum kaskatı kesilmişti. O anda kalbim, yerinden çıkacak gibi hissettim. Korktuğum şey başıma gelmişti galiba. Bağırmaya çalıştım. Ablama sesimi ulaştırmak istiyordum ama dudaklarımı bile kıpırdatamıyordum. Boşa çırpındığımı fark ettim. İçimde yaşadığım hiçbir şey dışarıya yansımıyordu sanki. Ne hareket edebiliyordum ne de konuşabiliyordum.
Ben kendi kendimle cebelleşirken ablam odaya girdi. Bir yandan telefonla konuşuyor, diğer yandan da beni uyandırmaya çalışıyordu. Telefondaki kişiye anlattığına göre uyuyalı üç gün olmuştu ve artık günün sonunda yetkililer gelip beni alacaktı. Şu an ağlamak, avazım çıktığı kadar bağırmak istiyordum. Ben her şeyin farkındaydım. Beynim düşünüyor, vücudum hissediyordu ama olduğum yere çivilenmiştim. Zifiri karanlık bir odada yatağa sıkıca bağlanmış gibiydim. Ben bu duyguları yaşarken yetkililer gelmişti bile. Bir kadın sesi işittim odanın girişinde, ablamla konuşuyor, onu bir şeyleri imzalaması için yönlendiriyordu. O sıra da yanıma doğru 2 ya da 3 kişi yaklaştı. Omuzlarımdan ve ayaklarımdan tutup sert bir nesnenin üzerine koydular beni. Üzerimi örtüp yürümeye başladılar. Birkaç dakika sonra araca bindik ve hareket ettik. Yol ne kadar sürdü bilmiyorum ama araç durdu. Gelmiştik anlaşılan. Beni araçtan çıkardılar ve yürümeye başladılar. Tahminimce ütopyaya doğru gidiyorduk, çevremdekiler de gitgide çoğalıyordu. Biraz daha ilerledikten sonra başka bir nesnenin üzerine taşıdılar beni. Kıyafetlerimi çıkarmaya başladılar. Çırıl çıplak soydular ve vücuduma ıslak bir şeyler sürdüler. Ardından çok ince olduğunu hissettiğim bir kumaşla örttüler üzerimi. Bir elin saçımla uğraştığını fark etmiştim. Makinenin sesiyle anladım ki saçımı kesiyordu ve kısacık tıraş etmişlerdi. Başka bir el de bir aletle sol koluma ve kafama bastırıyordu. Damgalıyordu sanki. Canımı o kadar yakmıştı ki beynimde şimşekler çaktı. Beni koydukları yerden tekrar alıp başka yere götürdüler. Kollarıma, anlıma ve göğsüme canımı yakan bir şeyler yapıştırdılar. Daha sonra da kapsül olduğunu düşündüğüm alana yerleştirip gittiler.
Büyük bir sessizlik içinde yalnız kalmıştım. Bundan sonra ne olacağını deli gibi düşünmeye başladım. Kendimi zorlayarak gözlerimi açmaya çalışıyordum. Belki başarır ve bu hastalığı yenen ilk kişi olurdum. Ama ne yazık ki günlerce çabalama rağmen hiçbir faydası olmadı. Tam tersine çıldıracak gibi olmuştum. Beynim susmuyor, yapacak bir şey bulamıyordum. Bazen de kısa süreliğine de olsa yorgunluktan bilincimi kaybediyordum. Onun dışında her anım düşünerek geçiyordu. Arada bir de ütopyanın içinde farklı sesler işitiyordum. Galiba görevliler yeni hastalar getirip boş kapsüllere yerleştiriyor ya da incelemeler yapıyorlardı. Sonra yine o sessizlik ve düşünceler kalıyordu geriye.
Zamanla bir şeyi de çok iyi anlamıştım. Bazı hastaların uyku halinde ölmelerini nedeni onların beyin direncine bağlıydı. Aralıksız düşünmek bazılarının yaşamsal hücrelerini imha ediyordu. Bazıları da bu duruma direnç gösterip alışabildikleri için düşünerek yıllarca uyumaya devam ediyordu.
Bana gelince de durumum hiç iç açıcı değildi. Kaç gündür burada olduğumu bile hatırlamıyordum. Ama artık sonumun geldiğini anlayabiliyorum.
Dayanacak zerre kadar gücüm kalmamıştı. Düşüncelerim de yavaş yavaş silikleşiyordu. Ruhum bedenimden ayrılmak üzereydi her an.