Cunda’da Serenat
“Erdim Sertoğlu’nun aziz anısına.”
“Kız arkadaşımla buluşacağım. Çıkmam lazım, anne.”
“Oğlum, daha yeni geldin, hemen koşarak onun kollarına gidiyorsun. Ankara’dan geleli iki gün bile olmadı. Ne bu acelen?”
“Özledim, anneciğim, çok özledim. Aşk işte böyle bir şey!”
Islık çalarak giyindi. Saçlarını briyantinle taradı, ne de olsa Cunda poyrazı dağıtıyordu o saçları. Babasının araba anahtarını bırakmış olmasına da ayrıca sevinmişti. Ne de olsa anlayışlı adam. Kim bilir ne gönüller yakmıştır zamanında. Ayvalık çocukluğunun şehriydi. Şimdi de ailesinin ve sevdiceğinin şehri diye Ankara’dan koşarak geliyordu!
Nazlı’ya yazılmış o aşk bestesinin tüm notaları aklındaydı, yan flütün içine işleyen sesiyle ruhuna dokunacağı anı yaşamalarına çok az kalmıştı.
“Anneciğim, ben çıkıyorum.”
“Güle güle, oğlum.”
Güneşli bir sabahtı, kuş sesleriyle doluydu her taraf.
Arabaya bindi, yeni hareket etmişti ki otostop yapan bir çift el kaldırdı. Acelesi olmasa alacaktı. Nazlı’yı bekletmeyeyim şimdi söylenir bana, diye geçirdi içinden. Bastı gaza ve sevdiceğine doğru aktı. İçi içine sığmıyordu. İki ay önce Ankara’da buluşup çok güzel iki gün geçirmişlerdi. Birbirlerini tanımak ikisine de iyi gelmişti. Yaşamdan ne bekledikleri, hobileri, sevdiği yemekler, tuttuğu takımlar ve bunun gibi pek çok şey sohbet konuları olmuştu. Şimdi sırada Kaz Dağları ve Midilli gezileri vardı. Nazlı ailesinden izin alabilirse birlikte gideceklerdi. Karşı kaldırıma baktığında göz göze geldiler. Arabayı durdurdu ve Nazlı’nın yanındaki
koltuğa oturmasını hasret dolu gözlerle izledi.
“Selam.”
Yumuşacık yanaklarından öptü. Nasıl güzel bir şeydi bu ten!
“Merhaba. Hoş geldin memlekete. Aradım seni, annen biraz önce çıktığını söyledi.”
“Trafik, malum işte, yaz yoğunluğu.”
“Ne var ne yok? Nasıl gidiyor Filarmoni Orkestrası?”
“Çok iyi. Sen döndükten sonra o güzel iki günün üzerine beste yaptım. Birazdan senin için yazılan besteyi yan flütümle seslendireceğim. Bakalım beğenecek misin?”
Bir eli direksiyonda, diğer eli Nazlı’nın sol elini tutmuş şekilde, ara ara da gözlerine bakarak yol aldılar. Hiç bitmesin istiyordu bu dakikalar. Özlemin sevdaya ait olması buymuş demek!
“Ailen nasıl, Nazlı?”
“Çok iyiler. Babamla annem Balıkesir’e, dedemlere gittiler. Kız kardeşim de onlarla beraber. Yani anlayacağın özgürüm, kuşlar gibi.”
“Çok sevindim.”
“Sizinkiler nasıl? Neler yapıyorlar?”
“Aynı şeyler işte. Annem daha çok federasyon başkanı eşi olmanın sosyal yönünü hayata geçiriyor, babam daha iyi bir Avcılık ve Atıcılık Federasyonu başkanı olmaya çalışıyor. Kız kardeşim de okuyor. Hepsi burada. Özgür değilim yani!”
Bunu söyler söylemez ikisi de kahkahayı patlattılar. Akşam nasıl oldu anlamadılar. Hava kararıyordu artık.
“Beni eve bırakır mısın? Geç olmadan evde olayım. Bizimkiler evi arar. Telefonlarına çıkmazsam telaşlanırlar.”
“Olur. Bir dahaki randevu gününü ve saatini verirsen tabii ki bırakırım!”
Nazlı o içten gülümsemesiyle, “Sen nasıl istersen, sanatçım. Sen söyle! Bu arada yaptığın beste için çok teşekkür ediyorum. Harika olmuş. İleriki yıllarda bunu da repertuara aldırırsın artık. Lütfen, ismini ‘Cunda da Serenat’ koy.”
“O kadar mutluyum ki. Sen hangi ismi söylersen adı odur.”
“Cunda’da Serenat.”
Gülüştüler. Arabadan inerken sevgi dolu bakıştılar. Yumuşacık öptü yanağından. Eve geldiğinde ağzı kulaklarına varıyordu. Anne ve babası, kız kardeşi ile yemeğe oturmuşlardı. Tok olmasına rağmen onlarla oturdu. Günün nasıl geçtiğinden, hafta sonu yapılacak Sarımsaklı yüzme yarışlarından söz ettiler. Sonra odasına çekildi. Uyukluyor ve derinden bir ses geliyordu:
“Erdim, oğlum, Erdim!”
“…”
“Uyan, lütfen. Serap Hanım diye biri arıyor. Nazlı’nın annesi olduğunu söylüyor, seninle konuşmak istiyor!”
Uyku sersemi önce yer ve zamanı ayırt etmeye çalıştı. Sonra kendine geldi. Alt kattaki telefona ulaşınca, “Buyurun, ben Erdim.” diye yanıtladı.
“Erdim, evladım, bugün Nazlı ile buluştuğunuzu biliyorum. Akşam eve bıraktın mı onu?”
“Evet, bıraktım. O içeri girinceye kadar da bekledim.”
“Yavrum, telefonumuzu açmıyor! Site komşularımız da eve girdiğini görmemiş! Rica etsem gidip bakabilir misin? Yoksa polise haber vereceğiz. Ben de babası da çok huzursuz olduk. Hiç böyle bir şey yapmazdı!”
“Tabii efendim. Hemen çıkıyorum!”
Mide bulantısı başladı. Sıkıntı hissediyor ve heyecandan elleri titriyordu. Babası bu durumu görünce direksiyona geçti.
“Hadi hanım, sen de bizimle gel. Kız çocuğu ne de olsa, belki yardımın olabileceği bir durumla karşılaşabiliriz!”
Yol bitmek bilmedi. Evin yakınında kalabalık toplanmış, muhtemelen komşular alarma geçmişti. Birbirlerine söz anlatmaya çalışıyorlardı.
Kapıcı, “Polis gelmeden içeri giremeyiz. Kanun önünde sorumluluğum var. Acele etmeyin, polise haber verdim!” diyordu.
Erdim’in bulantısı ve sıkıntısı artıyordu. Babasıyla annesi daha sakin kalmaya çalışıyor, ne olacağını merakla bekliyorlardı.
“Memur Bey, buyurun.”
Kapıcı önde, polisler arkada siteye doğru yöneldiler.
Polis kalabalığa uzaklaşmalarını ve çevreyi boşaltmaları gerektiğini söyleyince Erdim’in koluna girdi babası.
“Oğlum, lütfen sakin ol. Memur Beyler şimdi gerekeni yapacak.”
Geçmek bilmeyen dakikalar…
Yaklaşık on beş dakika sonra elinde bir kâğıt ile dışarı çıktı memurlar. İçlerinden biri kalabalığa seslenerek duru-
mu özetledi:
“İçeride herhangi birine rastlamadık, hiçbir boğuşma ya da düzensiz görünen bir şey yok. Evin düzeni korunmuş, kapıda ya da pencerede herhangi bir zorlama emaresi de yok. Nazlı Hanım’ı son görenleri şimdi tespit edip karakola geçeceğiz. Aileye haber vereceğiz, onlar da gelsinler!”
Boğulacak gibi olmuştu; kalbinin çarpıntıları kulağını uğuldatıyor, çevresine baktığında odaklanamıyordu.
“Oğlum, lütfen müsterih ol. Bak, Memur Bey’i duydun. Yardımcı olmalıyız.”
Babasının söylediklerini derinden, kuyunun dibinden geliyor gibi işitiyor fakat cevap verecek mecali bulamıyordu. Nazlı’nın anne, baba ve kız kardeşiyle karakolda tanışmak varmış! Hüzünlendi, biraz da utandı. Öyle ya, Nazlı’yı en son gören sevgilisi olarak bu sıkıntı anlamlıydı! İfadeler alındı. Artık bir kayıp vakası olduğu anlatıldı. Herkes perişandı, ne yapacağını bilmiyordu. Şaşkınlık, korku, üzüntü…
Komiser, en son yolcularken elzem uyarılarını yaptı.
“Hepinizin üzüntüsünü anlıyorum fakat ilk kırk sekiz saat iletişimde olmamız hayati öneme sahip! Kimse yer değişikliği yapmasın. Telefonlarınızın başından ayrılmayın. Yaptığımız incelemeler doğrultusunda kayıp veya vakası olarak adlandırdığımız bir olay ile karşı karşıyayız. Şimdi evlerinize gidin ve biz sizi aradığımızda ulaşabileceğimiz konumda kalın.”
Nazlı ve Erdim’in aileleri ile aile yakınları; uzun, korkulu ve çaresizce beklentili bir geceye doğru arabalarına binip uzaklaştılar. O gece uyuyamadı. Şimdi nerede, ne yapıyordu sevdiceği? Deli olmamak elde değildi. Sabaha karşı daldığı o birkaç dakika içinde Nazlı’nın sesini duyduğunu sandı. Sıçrayarak uyandı. Ağlamaya başladı. Hiç bu kadar çaresiz hissetmemişti kendini. Annesinin ısrarlarına rağmen kahvaltı yapmak istemedi. Sanki bir şeyler yerse Nazlı’ya hakaret olacaktı! Kafasının içi kazan, gönlü hüzünlüydü ve saatler geçmek bilmiyordu. Babası elinde gazetelerle içeri girdi. Suratı asıktı, söylemekte güçlük çektiği bir şeyler olduğu ortadaydı. Bahçeye doğru çıktı ve eşini çağırdı. Erdim’in duymaması gereken bir konu oldu mu hep bu taktiği kullanırdı! Anne sarsıldı, oturmak zorunda kaldı. Erdim daha fazla dayanamadı.
“Baba lütfen, rica ediyorum! Oğlundan köşe bucak saklanarak annemle paylaştığın şeyleri benimle de paylaş!”
Sesi kendisine de hiddetli ve yüksek gelmişti. Fakat ne yaparsın, ağızdan bu tonlama ile çıkmıştı bir kere!
“Evladım, canımın içi, lütfen seni düşündüğümüz için özenli davrandığımızı anla! Her anne babanın yapması gerektiği gibi! Şuraya otur, lütfen.”
Oturmak değil de yığılıp kalmak denilebilirdi ona. Müthiş gözleri kararıyor ve gelmekte olan haberin kendisi için iyi olmayacağını anlamış bir insanın çaresizliğiyle tabiri caizse debeleniyordu! Babası yumuşak bir ses tonuyla konuya giriş yapmaya çalışıyor, belli ki sıkıştığını o da hissediyordu.
“Canım oğlum, biz aldığımız mamulün üstünde ‘buradan açınız’ yazısını kovalayan ve mutlaka bunu gerçekleştirmek isteyen bir kuşaktık! Şimdilerde her şeyin daha serbest yaşandığını biliyoruz. İnsanların maalesef güvenilirliklerinin de eskisi gibi olmadığını ve ne olursa olsun bu güvenin kontrole tabii olduğunu da zamanla öğrendik!”
“Evet baba, lütfen daha fazla sıkma beni. Lütfen söyle,
ne olmuş?”
Babası daha fazla uzatmadan anlatmaya başladı. “Erdimciğim, Nazlı’nın başka bir sevgilisi varmış ve onunla İstanbul’a gidince orada yakalanmışlar. Oğlan daha önce konuştuğu ve ailesine gelip evlenmek için isteyen bir şahısmış. Birlikte plan yapmışlar. Anlayacağın, seni kullanmışlar. Aile, artık kızımız bu adamdan ayrıldı, her şeyi hallettik düşüncesine kapılmış, hele bir de seninle olduğunu bildikleri için en çok rahat hissettikleri dönemde kaçmışlar!”
12 Ağustos 1994 tarihi, artık unutamayacağı bir zaman dilimiydi. Uğruna beste yaptığı sevdiceği başka hesaplar içindeyken kendini hiç belli etmemiş, maske yüzü ile kendisini çok güzel kandırmıştı. Öfkesinin derecesini şu an ayarlayamadığından karmakarışık olmuştu. Öfkenin üzüntüden, intikam duygusunun da sevgiden daha güçlü olduğunu anlamıştı! Nefret tüm duyguların en yoğunu olmalıydı. Eserinin adını o gece değiştirdi: “Cunda’da İhanet!”