Öyküler Üzerine/ Gökhan Çağlayan
Söylenmedik söz yok, işitilmedik söz çok. (Atasözü)
Yaşam anlatılmamış, anlatılmayan öykülerle dolup taşmakta. Bundan ötürü, kişi kendi öyküsünü anlayıp anlatmayla yükümlüdür; dahası, başka öyküleri ya da başkalarının öykülerini dinleyerek, görerek ya da okuyarak anlayıp kendi öyküsüne – bir biçimde – katmalıdır. (Yollarımız kesiştikçe öykülerimiz buluşup daha anlamlı duruma gelir. Ancak, ayrılışan yollar – acıklı da olsa – ayrılık öyküleri yaratarak gene öyküler bütününe katkıda bulunmakta.). “Öyküsüzlük” başa gelebilecek en kötü durum sayılabilir. Gerçekteyse öyküsüzlük diye bir nen yoktur; yalnızca çeşitli nedenlerle anlat(tır)ılmayan ya da bildik anlayışsızlık yüzünden anlaşıl(a)mayan öyküler vardır.
Hayata bir öykücü olarak ya da bir öykücünün bakış açısıyla baktığınızda kendinizi bir öykünün başkişisi olarak görüp daha çok değerseyerek kendi yaşamınızı daha anlamlı kıldığınız gibi çoğu kişinin üstünde durmak şöyle dursun, ayrımsamadığı bütün o ayrımlar, ayrıntılar sizin için varoluşun asal öğeleri durumuna geliverir. Dahası, bir gün şunu anlar, giderek kavrarsınız: “Başkaları” diye önemsenmemesi gereken bir topluluk yoktur; birbirinden türeyip birbirini varsıllaştıran sayısız öykünün iç içe geçtiği bir anlatı ortamında, demek yeryüzünde birbirilerinin öykülerini şu ya da bu biçimde anlayarak kendi öykülerini öbürlerine anlatmaları gereken kişilerin oluşturdukları bir öykücüler birliği ile o kişilerin öykülerinin ortaya getirdiği bir “bütünce” vardır.
Yaşantılarımız birer öykü oluntusu olduğu gibi yaşamlarımız kişiliğin sonsuz bir “ırmak genöykü” sayılabilecek, başlangıcı bellisiz öyküsünün birer altbölümüdür ya da özet birer anlatısıdır. Bundan ötürü, gerçekte “ben, sen, o; biz, siz, onlar” biçiminde bir ayırım yapılamaz, yapılmamalıdır. Kişi yaşamı – baştan sona – bütün kişilerin birer öykü anlatıcısı ile anlayıcısı konumunda bulundukları, değme kişinin kendi öyküsüyle daha boyamlı, tatlı, varsıl kılıp daha çok anlamlandırdığı öncesiz sonrasız bir öyküler akışıdır. Kişilerse birbirilerini anlayıp kendilerini tanıyarak öbürlerine anlatmaları gereken kardeş öykücülerdir ya da öykü yoldaşlarıdır.
Gerçek, demek karayıkıma yol açacak çatışma öykünün içinde değil, dışındadır. Demek o çatışma, yaşamsızlığın bir belirimi ya da görünüşü olan, dahası, yaşamsızlığa neden olan öykü(cü)süzlükte, daha doğrusu, anla(t)mazlıkta ortaya çıkar. Oysa yaşam var oldukça öykü(cü)ler var olacaklardır, var olmalılardır. Anlatılmayıp anlaşılmayan öykülerse yaşamı öldürüp o bitimsiz karabasana yol açacaktır. Öyleyse, kişi kendi öyküsünü anlatıp başka öyküleri anladıkça kendisini gerçekleştirerek yaşamı güzelleştiren bir anlatı(cı) varlıktır.
Kimsenin kimseyi dinleyip anlamaya çalışmadığı bir “kupkuru gürültü kalabaları ülkesi”nde ancak acımasızlık, kıyıcılık, sömürgenlik, yıldırmacılık ile yok-etmecilik kol gezer. Demek suçu, öyküyü anlatıp anlayanda değil, anlat(a)mayanda, anla(ya)mayanda arayıp bulmak gerektir. Şuysa başka bir gerçektir: Tek bir öykü bin-bir öykünün “kesişme kümesi”dir. Dahası, öykünün iki yanı, giderek bütün yanları dinlenmedikçe yapılan işler eksik kalmaya, giderek yanlış olmaya yargılıdır. Sizin öykücülüğünüz başkalarınca öykülenirse kendi başına öyküleşerek sizi size, öbürlerine anlatmaya başlayacaktır. Kısacası, bu dinmez öyküler yağmuru içinde “son söz” hiç mi hiç söylen(e)meyecek. Ancak, sizin öykünüz bunca çok öykünün arasında tüm olarak nerede bulunuyor? Unutmamalısınız: Siz yalnızca kendi öykünüzsünüz!
2024 Orakayı-Ekimi
Seyhan
(İletişim için..: yedigir@hotmail.com)