Bir tabloya baktığımızda “Bu da sanat mı şimdi?” diye sorduğumuz anlar vardır. Renkler dağılmış, biçimler kaybolmuştur; ama belki de tam orada, o “anlamıyor oluşumuzda” yatar modern sanatın özü. Çünkü modern sanat, artık “görmek” değil, “hissetmek” üzerine kuruludur. Yani gözden çok, iç dünyaya hitap eder.
Klasik sanat bir gerçeği gösterirdi; modern sanat, o gerçeği sorgular. Bir zamanlar ressam, doğayı taklit ederdi; şimdi sanatçı, doğanın sınırlarını zorlar. Tuval artık sadece bir yüzey değil, bir fikir alanıdır. Fırça darbeleri bir anlatım biçimi olmaktan çıkıp bir duruşa dönüşür. Modern sanat, “neye benzediğiyle” değil, “ne anlattığıyla” ilgilenir.
Peki, bu kadar soyut şeylerin içinde neden hâlâ bir anlam arıyoruz? Belki de modern sanat, bize şunu hatırlatmak için var: Anlam, sanatçının değil, bakanın yüreğindedir. Bir beyaz tuvalde, bir siyah çizgide ya da bir boşlukta bile kendimizi bulabiliyorsak, işte o zaman sanat tamamlanır.
Modern sanatın anlamı tam da burada saklıdır: Herkesin aynı şeyi görmemesi, ama bir şey hissetmesidir. Çünkü modern sanat, bize dünyayı değil, kendi içimizi gösterir. Ve bazen bir tablo, kelimelerden çok daha fazla şey söyler — yeter ki bakmayı değil, görmeyi öğrenelim.