Son dersin bitiş zili çaldığında, bütün öğrenciler okul bahçesine koştu. Baharın ilk
günlerinden biriydi; ağaçlar yeni çiçeklenmiş, güneş usul usul ısıtıyordu. Bahçenin bir
köşesinde ip atlayan Zeynep, neşeyle zıplıyordu. İpi yere değdikçe çıkardığı hafif tok sesi
duyuyor, her zıplayışında kahkahaları bahçeyi dolduruyordu. Tam o sırada, göz ucuyla, her
zamanki gibi bankta oturan Ayla’ya baktı.
Ayla’ya herkes “kanatlı kız” derdi, çünkü o her zaman uzaklara dalmış gibi bakar, hayal
aleminde yaşardı. Ayla, bahçedeki gürültüden uzaklaşmış, elindeki kalınca kitaba
gömülmüştü. Ne rüzgarın savurduğu yapraklar, ne etrafındaki koşturan çocuklar onu rahatsız
ediyordu.
Zeynep, ip atlamayı bırakıp ona doğru yürüdü. “Ayla, sen hiç sıkılmıyor musun? Hep kitap
okuyorsun,” dedi merakla. Ayla, gülümseyerek başını kaldırdı ve kitabın kapağını ona
gösterdi. “Biliyor musun, her kitabın içinde kanatlar var,” dedi. Zeynep kaşlarını kaldırarak
baktı, anlamamıştı. Ayla devam etti, “Bu sayfalarda öyle yerlere gidiyorum ki… Sanki gerçek
kanatlarım varmış gibi hissediyorum.”
Zeynep bir an durdu, sonra Ayla’nın yanına oturdu. “O zaman, bana da öğret. Kanatlarını
benimle paylaş,” dedi. Ayla gülümsedi ve sayfaları çevirerek kitaptan okumaya başladı.
Zeynep ilk başta biraz sıkılacak gibi oldu ama Ayla’nın anlattığı büyülü ormanları, ejderhaları
ve uçsuz bucaksız gökyüzünü duydukça içine çekildi. Sayfalar ilerledikçe Zeynep, Ayla’nın
ne demek istediğini anlamaya başladı; artık kendi hayallerinde uçuyordu.
O günden sonra, Zeynep de bir kitabın büyüsünde kanat çırpmayı öğrendi. Artık okul
bahçesindeki banka oturduklarında, her ikisi de ellerinde kitaplarla yeni diyarlara yolculuk
ediyordu