Başımdan aşağı devrilen suyun her zaman zihnimdekileri döküp sonsuzluğa akıtamayacağını anlayamadığım bir yaştaydım.
Suretin, en başta gözümü kamaştıran sebepsiz, öylesine güvenlerimizin kaynağı kış güneşiydi. İlk kış güneşi kılığında bürünmüştün hayatıma. Yağmurlardan ve rüzgârlardan sonra acısını çıkarırcasına sonsuz bir sıcağın… Hislerim burnumun ucunda sızlayan soğuk havayı duymayacak gibi sağırdı. Kış güneşine her sabah sıkılmadan beni ısıtması için pencerelerimi sonuna kadar açtım.
Kış güneşi bir tek benim penceremi ısıtmadı.
Önceleri anlayamadım bunu. Çok gençtim. Her sabah aynı heyecanla pencereye koşmayı, burnumu sızlatan buz havanın ardındaki kış güneşini beklemeyi, odamı, evimi, içimi soğuktan al etmeyi varlığımın bir parçası zannediyordum. Kış güneşinin kudreti altında ısınmak için kış güneşinin merhametini beklemek, ona gözlerimden yaş gelene kadar bakarak duvarımı ısıtmasını dilemek yeter sanıyordum. Evimdeki bu soğuk, kış güneşinin merhametiyle yok olur giderdi diye düşünüyordum. Kış güneşinin gelmesi için camlarımı sonuna kadar açtığım tüm o sabahların evimi daha da harap bitap düşürdüğünü fark edemedim.
Kış güneşiyken asla gelmedin bana.
Ben de senin başka bir surete bürünmeni bekledim merakla, ne olurdun diye acaba benim ilkbaharımda. İstemekten, beklemekten alıkoyamadım kendimi. gözlerim âmâ olmuştu yaşattıklarına. Pencere önünde sıcaklık dilendiğim zamanlar, acımasızca alay eder gibi camlarımı çarpıp duran rüzgar, şimdi sanki tarih öncesiymiş gibi uzaktı bana. Yeni bir mevsim asla tükenmeyeceğini bildiğim ve gençliğimin getirdiği ukalalıkla bu tükenmeyişe razı geldiğim kanımla, derimle karışmış, maddiyatım olmuş bu hisleri acımadan, üzülmeden tekrar tekrar hayata döndürüyordu. Öldürmeye de çalışmadım. Çünkü bunu yapamayacağımı biliyordum. Bu hislerin safiliği beni o kadar içine almıştı ki eğer hayatımdaki seni öldürseydim hiç kuşkusuz ben de ölürdüm.
İlkbaharda bana gelmediğinde ben aldım seni yanıma, taşıdım çantalarımda, yeni çıkan çiçeklerde, boş sokaklarda, dinlediğim her şarkıda, okuduğum sayfalarda yorulmadan taşıdım seni, tüm korkaklıklarınla, acımasızlıklarınla… Sessizce sızdın kafamı koyduğum yastıklara, baktığım duvarlara, gördüğüm suratlara.. Oldukça kendinden emin ve yavaş yavaştı yerleşmen tüm hayatıma. Yaşadığım her saniyeyi sen sanmıştım ve yaşadığım her saniyeyi sen sanmıştın. Ondan hiç acele etmedin. Duyduğum her kelime, gördüğüm her umut tanesi olana kadar sakince demlenmeyi bekledin ilkbaharımda.
Yorulmadan götürdüm seni yanımda.
Kışın beklemenin tatlı geldiği güneş yazın kaçıp kaçıp kurtulamadığım olmuştu. Bu sefer, sıcak, yakmaktan, yormaktan bir an bile çekinmeyen kızgın yaz güneşi suretindeydin hayatımda. senden çok uzaklara gitsem, en ücra, karanlık köşelere de saklansam en fazla omzumda hissettiğim sıcaklık kadar mesafe yaratabildim. Ne yaparsam yapayım en fazla bir el uzatması kaçabildiğim o yaz boyu kızgın güneş oldun aklımda. sindin mutsuzluğuma. Kasvetli, yoğun, uykusuz, huzursuz yaz gecelerimin birebir şahidiydin omzumun ucunda.
Dedim ya, âmâydım sana. Asla başaramayacağımız bir hayal istedim sonbahara. Tüm sıcak ve soğuk iklimlerimiz geride kaldı sandım çocuk aklımla. artık çürük sonbahar yaprakları çatırdıyordu mevsimler boyunca gidip gelmeni izlediğim o yollarda. Pencere kenarında adım seslerini dinlerken hiçbir iklimde yaşanmamış ve yaşanmayacak bir dua için yakardım Allah’a.
Kış güneşleri geçti, çiçekler geçti, kızgın yaz sıcakları geçti, çürük sonbahar yaprakları geçti. Çok sevildim, her mutsuzluğumu sırtlamaya gönüllü dolu suratla karşılaştım. Yüzlerce yıllık aşk hikayeleri okudum, hayaller kurdum. Umut dolu hayatlar yaşadım. Hayatıma giren karıncalar bile kalbime cam muamelesi yapıyor gibiydi. Bütün dünya yaşadığım acıyı sahiplenmiş gibi hissettim.
İklimlerle, insanlarla, hayatlarla geçmeyen tek şey güneşsiz geçen o kış günleriydi. tüm mutluluğumu, ukalalığımı, inançlarımı alan, beni kendime mahçup düşüren o güneşsiz kış mevsiminin acısının bir gün güneşe en yakın cam benim camım olsa bile geçmeyeceğini biliyordum. Uzun dualar da etsem, tatlı merhabalar da desem, çok sevilsem, yeni hayatlara gözümü bir an bile kırpmadan atlasam o pencerenin önünde hissedilebilecek her şeyin en saf haliyle mevsimlerin değişmesini bekleyen bir küçük kız çocuğu bıraktığımın kayıp hissi ve ızdırabının benimle geleceğini kabullenmiştim.
Duygularımın en sahici, en anlamlı, en umut dolu halleri içeri girip duran rüzgarla ordan oraya savrulan bir göz odada harap olmuştu.