Sona geldim. Emin miyim? Eminim. Galiba… Her şey bitmişti. Artık yeter ya! Kaldıramıyorum. Daha önceleri de canı çok yanmıştı. Yılmamıştı. Sineye çekmiş, mücadeleye devam etmişti. Ancak böyle gelişip ilerleyeceğine inandırmıştı kendini hep. Her defasında yaşadıklarına olumlu tarafından bakmaya çalışmış, kendince de başarmıştı. Düşünce kalkılırdı. Böyle öğrenmişti. Ama bu sefer acısı dayanılmazdı. Kalbi patlayacak gibiydi. Kalkamayacaktı. Artık canına tak etmişti. Bu kadar da olmamalı! Sadece benim başıma geliyor bunlar, biliyorum! Yerdeki ağzına kadar dolu kül tablasına ayağı takıldı. Sıçayım yaa! Yeterr! Daha önce de hüsrana uğramıştı. Bu kadar da boku çıkmaz ki ama! Kesin kararını vermişti. Tamamen vazgeçecekti. Yıllardır hayalini kurduğu, kendini bildi bileli ufak ufak temellerini attığı bu işi bırakacaktı. Gerçi iş demek yanlış olurdu. Bu bir yaşam amacı, kendini bulma, var olma biçimiydi onun için. Ama olmuyordu işte. Ne kadar uğraşırsa uğraşsın, çabalarsa çabalasın. Madem öyle, bırakıyorum. Öldürücem ulan kendimi! Ben de kurtulayım. Herkes de benden kurtulsun. Sıçtığımın dünyası! Kendini öldürme düşüncesi aklından çıkmıyordu. Ne kadar hızlı ve kolay bir çözüm. Bir an dikkati dağılsa ve bu düşünceden uzaklaşsa, o zaman da bir uyusam, aylarca uyanmasam fikri sarıyordu zihnini. Bazen de kaza geçirsem, komaya girsem ve aylarca kalsam orada, uyandığımda da hiçbir şey hatırlamasam, düşüncesine teslim oluyordu. Çok nadir de olsa keşke bunlar sadece bir kâbus olsa, uyanınca da çok rahatlasam, hatta şükredip gülsem gibi daha ılımlı düşüncelere bırakıyordu kendini. Ama sadece bir-iki dakika sürüyordu. Her zaman ölme isteği galip geliyordu. Geliyordu da ona da çok hazır hissetmiyordu kendini. Off, çok daraldım. Durdurun dünyayı. Defolup gidecek var. Kafası çok karışıktı. Bildiği tek bir şey vardı. Kesinlikle vazgeçmişti. Geçtim mi gerçekten?
Masasındaki saate baktı. Yine sabahın üçü olmuştu. Kaç zamandır böyleydi? İki aydır, diye geçirdi içinden. Tam tamına 61 gün, 8,7 hafta, 1.464 saat, 87.840 dakika… Haberi aldığı o korkunç günü hatırladı. Sabaha karşı üç. Uyuyamamıştı o gece. Bilgisayarın başına oturmuş, ama açamamıştı. Bir nevi totem yapmıştı. Tarık da “Son güne kadar açma,” demişti zaten. İçi içine sığmıyordu. Ertesi gün çok önemli bir gündü. Belki de hayatında ilk kez her şey tam da istediği gibi olacaktı. En sonunda hayalleri gerçekleşecekti. Yılların emeği karşılığını bulacaktı. Tarık iki gün önce iş için İstanbul’a gitmişti. Tüm gün aramalarına dönmemiş, mesajlarına cevap yazmamıştı. Bu aralar bir tuhaftı zaten. Saçma sapık tepkiler gösteriyor, ota boka sinirleniyordu. Aramalarına geri dönmeyince merak edip endişelenmişti, ama heyecanı daha ağır basmıştı. Arada bir yapardı böyle Tarık. Tam bu düşüncelere kaptırmışken, telefonu bipledi, ortak bir dostlarından whatsapp mesajı gelmişti. Önce algılayamadı okuduklarını, sonra beyninden vurulmuşa döndü. Kıpırdayamadı bir süre. Boş boş baktı telefonun ekranına. Sonra yüzlerce kez okudu yazanları. Hıçkırıklarından nefesi tıkanınca fark etti ağladığını. Mesajı ezberlediği için, akan yaşları engel değildi. Durdu. Derin bir nefes alıp kendine geldi az biraz. Islanan telefon ekranını tişörtünün eteğine silip, yine aynı şekilde klavyeyi kurulamaya çalıştı. Tekrar okudu mesajı. “Orrrospu çocuğuuu!” diye bağırdı. Şaka mı lan bu? Böyle şaka mı olur? Bir süre şoktan kaynaklı saçmalamanın dayanılmaz hafifliğine bıraktı kendini. Binlerce yüzbinlerce anı, düşünce, duygu ışık hızıyla delip geçiyordu kalbini ve zihnini. Hışımla kalkıp telefonu camın önündeki berjer koltuğa fırlattı. Camı açtı, elleri ve dudakları o kadar titriyordu ki sigarasını yakmak dakikalar sürdü. Şerrrefsizzzz! Onursuz, haysiyetsiz hırsız aşağılık puşt!!! Yıldızın sönsün Tarık!!! Gece gelenler öpsün seni!!! Nefesini tuttu, dinledi. Dışarıdan bir tepki gelmediğini anlayınca rahatladı. Demek ki bağırmamış, sadece aklından geçirmişti. İzmariti camdan dışarı fırlattı, camı kapayıp yere bıraktı kendini. Bi kere de ben kirleteyim çevreyi. Alt tarafı bir izmarit anasını satayım. Ben zaten yeteri kadar kirlendim! Aptallığıma doymıyım! Müstehak bana! Delirdiğini düşündü. Sakinleşmeliydi. Zihnini yavaşlatmalı, olanı biteni mantıklı bir şekilde gözden geçirmeliydi. Yapamadı. Sonra da kendi kendine kızdı. Aptalım ben ya! Yok ya baya malın önde gideniyim! Nasıl anlamadım ya? Hiç mi fark etmez insan? Salak! Gerzek! Belliydi zaten! Haftalardır manyak manyak hareketler. Nerden belliydi bea? Her zamanki gibiydi işte. Çatır çatır sevişiyoduk. Ben çalışırken bir izzet, bir ikram. Hiç belli etmedi hayvanoğlu hayvan! Masada ne varsa hepsini elinin tersiyle fırlattı yere. Bağıra bağıra ağladı. Küfür etti. Yatak odasına gidip dolabı açtı. Tarık’ın dolabında ne varsa – ki neredeyse hiçbir şey kalmamıştı – fırlattı etrafa. Ertesi gün sosyal medyada gördüklerinden sonra, sabaha karşı gelen mesajın bir kehanet olmadığı gerçeğinden kaçamadı. İki ay hayattan koptu. Telefonları, kapıyı açmadı. Yüzlerce paket sigara, şişelerce votka, rakı ve şarabın dibine vurdu. Aynı sabahlık, tişört ve eşofman altına sığındı. Her yere dağılmış pizza kutularını, buruşturulmuş yağlı yemek paketlerini, bol sümüklü ve gözyaşlı mendilleri görmedi gözü. Haftalarca bir Word dokümanı açıp boş boş baktı. Her gün, günde üç kez, birer doz mesajı okudu. Ortak arkadaşlarının ve onun paylaşımlarını gizlice takip etti. Muhteşem bir çıkışmış. Nasıl bir ilk romanmış. Yarışmada birinciliği nasıl da hakketmiş. İki aydır sadece bu konuşuluyordu…
Orospunun evladı! Off! Orospuların ne suçu var ki? Tüm küfürler kadın odaklı!
Dili de mahvettiler. Hep bir ayrımcılık… Edecek küfür bulamıyorum! İki aydır hâlâ küfür… Nereye kadar? Ulan, Türkçe aslında çok güzel bi dil. Şimdi anadilimi de gömmiyim bok yoluna.
Koskoca iki ay. Bitti gitti ulan! Hâlâ ne diye gözüme sokar gibi paylaşıyosun it? Hazmedemiyorum ya! Bana bunu nasıl yaptın Tarık piçi? Hani benim adıma başvurmuştun yarışmaya? Hani benim için halletmiştin her şeyi? Ağzına sıçayım senin Tarık! Beş yıl aynı evde yaşadık ulan seninle! Aynı yatakta yattık. Şu evin her yerinde çılgınca seviştik. Hepsi mi oyundu ulan? Hani aşıktık? Hani beraber yaratacak, birlikte büyüyüp serpilecek, edebiyat dünyasının Uma Thurman ve John Travolta’sı olacaktık? Kendi Pulp Fiction’ımızı yazacaktık? O romanı yazdığım her an her dakika yanımdaydın hain bok! Nasıl yaptın bunu bana? Çaldın ulan yılların emeğini, çaldın! İstediğim gibi küfür de edemiyorum zaten. Hepsi cinsiyetçi zaten. Ulan hep kadına hakaret! Hay sıçayım! Cinsiyetsiz küfür sözlüğü yazacam!
Bir an durdu. Farklı hissetmeye başlamıştı. Gözlerini kısıp, oturduğu yerden masadaki saate baktı. Sabahın altısı olmuştu. 1.467 saat. Dakikasını hesaplayamıycam şimdi… Sabah ezanı okunmaya başladı. Saba makamı. Çok inançlı değildi, ama sabah ezanını dinlemeyi çok severdi. İçini bir huzur kapladı. Aaa yine aynısı oldu, sıkıldım ben bu halimden. Geçiverdi işte… Ne manyak hatunum ya! Kıkırdadı. Sıçarım lan! Ben bu dünyaya ıstırap çekmek için mi geldim? Sen dur Tarık piçi! Sıra sende! Her şey yeni başlıyor. Bilgisayarımdaki ve buluttaki kopyaları giderken silmiş olabilirsin ama iyi ki çantamdaki yedek flash belleği buldum çakmak ararken. Ben bile unutmuştum ama teşekkürler çakmak. Yer mi lan Anadolu çocuğu, itoğlu it! Her şey gün gün saat saat kayıtlı. Tamam belki bir Elif Şafak ve Mine Kırıkkanat davası olmaz bizimki ama kolla kendini oğlum. Bittin sen. Hemen bugün gidiyorum avukata. Bak nasıl sallıycam o sosyal medyayı ben!
Kalktı. Camı açıp bir sigara yaktı. Bitirince, odadan çıktı. İki ay boyunca çöplüğe dönmüş evini topladı. Tarık’a ait ne varsa hepsini çöp poşetlerine doldurdu. Sokak kapısının önüne çıkardı. Sıcak bir duş aldı. Güzelce giyinip kuaförün yolunu tuttu. Yolda avukatını arayıp acil bir görüşme ayarladı. En iyisi kırmızı oje sürdüreyim ya…
Yazarın notu: Bu hikâyede hiçbir TARIK zarar görmemiştir. Zaten gerçek TARIK da kullanılmamıştır.