Bir zamanlar bir genç vardı. Hayatını sevgiyle, umutla ve inançla doldurmuş bir genç. Düşse de yeniden kalkmasını bilen, karanlık günlerde bile ışığı arayan, hayallerine sımsıkı tutunan biriydi. Ancak hayat, ona adaletsizliğin en derin yaralarını açtı. Haksızlıkları gördü, doğru bildiği yoldan sapmadı. İnsanın doğasında olan o korkusuzca hak arama duygusu vardı içinde. Bu yüzden, ne kadar güçlü olursa olsun, makamlar ve mevkilere karşı boyun eğmedi. Haksızlık karşısında dimdik durdu, her zaman hak mücadelesini verdi. Ama her şeyin bedeli vardı. O bedeli, en ağır şekilde ödedi.
Önce değer verdiği kadını kaybetti. O kadının gitmesi, içindeki ışığı bir anda söndürdü. Sonra güvenini kaybetti. İnsanların vaatlerine değil, artık sadece kendi doğrularına inandığı zamanlar geride kaldı. Ardından inancını kaybetti; hayatta hep bir çözüm, bir yol olduğunu düşünürken, her şeyin çıkmaz bir sokak olduğunu fark etti. Hayallerini kaybetti, umutlarını kaybetti, yüreğindeki iyiliği, merhameti, direnme gücünü birer birer kaybetti.
Ve o an… O an her şeyin bittiğini düşündü. Hayat ona kaybettirdiği her şeyi geri veremeyeceğini söyledi. Ama bir şey vardı, belki de o kaybettiklerinin her biri, ona yeniden direnmeyi öğretmişti. Çünkü bir insan, kaybettiği her şeyin ardından, yeniden doğabilir.
O genç, düşe kalka, kayıplarının ağırlığında boğulmadan, yeniden ayağa kalktı. Ne güvenini yitirdiği insanlara, ne de hayallerinin peşinden gitmekten vazgeçtiği yıllara takıldı. O kayıplar, onu daha güçlü kıldı. O kayıplar, onu hayata yeniden bağladı.
Ve sonunda fark etti: Kayıplar, aslında insanı öldürmez. Kayıplar, insanı yeniden doğurur. Gerçekten değerli olan şey, her kayıptan sonra yeniden kalkabilmektir. Çünkü hayat, düşmekle değil, düşüp kalkabilmekle anlam bulur.
O genç adam, kayıplarına ve acılarına rağmen, bir zamanlar yitirdiği umudu tekrar buldu. Gözlerinde yeniden ışık vardı, yüreğinde yeniden sevgi. Kaybettikleri ona çok şey öğretmişti. Bir zamanlar karanlık görünen yollar, artık ona hayatın ne kadar değerli olduğunu hatırlatıyordu.
Ve artık o adam biliyor ki, kaybettiklerini geride bırakıp, yeniden yol alacak gücü bulmuştu. Çünkü kaybettikçe değil, yeniden kazandıkça güçlüdür insan. Hayatın her kaybıyla, aslında bir adım daha ileriye gitmişti. Ne kadar kaybederse, o kadar büyümüş, o kadar güçlenmişti.
Evet, belki bir zamanlar her şeyini kaybetmişti. Ama şimdi, kayıplarına rağmen yaşamayı öğrenmişti. Ve hayatta en değerli şeyin, kaybettikten sonra yeniden ayağa kalkabilmek olduğunu fark etti. Bu, belki de hayatının büyük zaferiydi.