HÜZNE DAİR/Neslihan Ağrı


Günışığıyla beraber aydınlanmaya başlayan küçük bir odada, boyası soyulmaya başlayan
ranzasında yavaş yavaş gözlerini açtı. Kalktı, aynaya yaklaştı ve bir süre kendini izledi.
Bugün her zamankinden farklı bir his vardı içinde. Başta buna bir anlam vermeye çalıştıysa da
daha fazla uğraşmadan giyindikten sonra mutfağa gidip annesinin akşamdan bıraktığı böreği
bir lokmada ağzına atıp dışarı çıktı. Hayri’nin her zaman çok düşünceli görünen bir yüz
ifadesi vardı, bu yüz ifadesi akşama doğru, uzun zamandır aradığını bulamayan huysuz bir
ifadeye dönüşürdü. Küçük bir kasabada büyük bir şair olmak için doğmuştu, insanlara kendini
böyle tanıtırdı, otuz iki senelik yaşamına on iki şiir sığdırabilmişti. Sabah erken uyanıp
kasabada ona ilham verebilecek her şeye uzun uzun bakardı. Kelimelerin hep bir yerlerde
saklı olduğunu ve onları bulacağını düşünürdü. Sabahın erken saatlerinde kasaba
sokaklarında okula giden çocuklar, işe yetişmeye çalışan uykulu insanlar, bazı eski model
arabalar ve fırınlardan yayılan taze ekmek kokusundan başka bir şey olmazdı. Hayri bugün ilk
kez her şeyin farklı olacağını düşünmüştü, bu düşüncesi onu kasabanın arka sokaklarından
birine sürükledi. Üşümeye başladığında paltosunu biraz daha yüzüne doğru çekip aç
köpeklerle dolu dar yolları yürümeye devam ediyordu. Yürürken bir an sefalet diye geçirdi
içinden. Ona göre hem ülkenin en ücra kasabasında yaşıyorsanız hem hava çok soğuk ve bir
de paranız yoksa o zaman sefaletin eşsiz bir manzarası haline gelmiştiniz demekti. Bu
düşüncelerle yürümeye devam ederken bugün gerçekten de her zamankinden farklı bir şey
oldu. Karşıdan kendisine doğru yürüyen kadın bir okulun adresini sormak için durdu. Hayri’ye göre
yaşamının en anlamlı birkaç saniyesiydi o an. Uzun boyu, hafif dalgalı saçları ve konuştuğunda

yüzünde beliren gülümseme ile bütün büyülü kelimeleri
anımsatabilecek kadar güzel bir kadın, diye düşündü. Dilinden titreyerek dökülen birkaç
sözcükle adresi tarif etmeye çalıştı. O kadar çok heyecanlanmıştı ki kadın yanlış bir şey
yaptığı düşüncesiyle teşekkür edip uzaklaştı. Yürüyüşü serin bir rüzgarın karşısında hafifçe
salınan papatyalara benziyordu ,yürüdükçe savrulan saçları gün ışığının aydınlattığı en
canlı şeydi, büyük kara gözleri dünya üzerinde var olan en kutsal tapınaktı ve bu tapınakta
aşkın en yüce haline erişecekti. Ardı ardına o kadar çok düşündü ki o kadını, bugün onun için
uzun ve sancılı bir yaşamın ilk günü olacaktı.

Soldaki sokağa sapıp uzun bir yoldan eve doğru
yürümeye başladı. Her zamankinden daha farklı bir duyguyla izledi evleri, çocukları, yan
yana dizilen bakkalları… Her zaman hissettiği o tuhaf boşluk şimdi yoktu. Kafasında her
dakika daha çok artan soruların tek bir cevapla kendisini kemirmeyi bıraktığını hissedince
sevinci artıyordu. Eve yaklaşınca annesi ile karşılaştı, yıllardır tekstilde çalışıp kendine ve
oğluna bakmaya çalışan emekçi annesini sabahın bu soğuk saatlerinde işe giderken görünce
ona olan sevgisi katlanarak arttı. Hayri uzun zamandır ilk kez annesine uzun uzun sarılıp
kolaylıklar diledi sonra da eve geçti. Annesini ilk kez görüyor gibiydi, bazı şeyleri görmek
için mutlu olmak gerekli diye düşündü. Eve geçip odasına girince hemen masaya oturdu ve
yazmaya başladı. Bugünü bütün ayrıntılarıyla yazmalıydı. Coşkuluydu, ona kalırsa dünyanın
en özel adamı oluvermişti bir anda çünkü birazdan gördüğü güzelliği anlatacak en iyi şiiri
yazacaktı. Yazdıkça dudaklarında hafif bir tebessüm belirdi, arada duraklayıp pencereden
insanları ve soluk göğü izliyordu. Şiirini bitirdiğinde sesli bir şekilde okumaya başladı. İşte
sonsuzluğu bana anımsatan kadın, gökyüzü ne ki senin yanında diyerek sonlandırdı şiirini. İçi
içine sığmıyordu, bir şeyler yapmalıydı, gidip ellerinden tutup onu doğanın en güzel
yerlerinde gezdirmeli ve ona şiirler okumalıydı. Odada volta atarak onunla yapabileceklerinin
hayalini kurmaya devam etti. Zaman hızla geçti, annesi eve gelince o kadına yazdığı şiiri
okudu. Annesi önce duraksayıp sonra da çok beğendiğini söyleyip yemek hazırlamaya
koyuldu. Birkaç saat geçmişti bu anın üzerinden. Sokak sessizliğe bürünüp köpek havlamaları
da duyulduktan sonra bir durgunluk çöktü üstüne. Daha önceleri de böyle bir anda garipleşirdi
ama bu seferki daha çok çaresizlik duygusuna benziyordu. Hayri, biraz şaşkın biraz buruk bir
ifade ile uzandı yatağına, yarın ilk işi o kadını görmeye gitmek olacaktı. Sabahın ilk ışıkları
odasında duran birkaç eşyanın eskiliğini gözler önüne sermeye yetmişti. Ne bu eskiliği ne de
rutubetli tavanı hiç dert edinmeyen Hayri için asıl önemli olan öldükten sonra geriye kalacak
olan yazılarıydı.

Uyandıktan sonra akşamdan masada kalan yemeği kahvaltı niyetine ağzına
tıkıştırıp sokağa atıldı. O kadınla karşılaştığında sorduğu okulun önüne gidip beklemeye
başladı. Bu okulu sorduğuna göre ya bu okulda çalışan bir öğretmen ya da öğrenci velisi
olabilirdi. Onu bugün görmeli ve hiç değilse adını öğrenip biraz olsun konuşabilmeliydi.
Düşünceler içinde birkaç saati geçirmişti. Endişelenmeye başladı çünkü onu görmek onunla
tanışmak artık tek arzusu haline gelmişti. Okul dağılana kadar bekledikten sonra meraklı
bakışların arasından sıyrılabilmek için bir köşeye çekildi. Sabahtan beri olduğu yerde
beklemişti ve dikkat çekmişti. Hem utanıyordu hem de bu bekleyişin sonunda onunla bir
araya gelebileceğini hayal edip cesaretlendiriyordu kendisini. Akşam vakti yaklaşınca bugün
bir terslik olmuş olabileceğini ama yarın kesinlikle onu göreceğine inanarak eve doğru yola
koyuldu. Eve vardığı andan sabaha kadar düşünceler içinde kıvranarak uzandı, odada volta
attı, annesine o kadın için yazdığı şiiri tekrar okudu, duvarı izledi, sokaktan geçip giden
insanları düşündü ve en çok da o sabah gördüğü kadını düşündü. Sonunda sabah olmuştu ve
hemen giyinip onu gördüğü sokağa doğru yola koyuldu. Bekleyeli iki saat olmuştu, tam da
kadının o sabah sorduğu okula doğru ilerleyecekken hiç unutmadığı o yüz tekrar belirmişti.
Simsiyah mantosu, kırmızı şapkası ve eldivenleri içinde çok güzel görünüyordu. Heyecandan
ateş topuna dönen yanaklarının etkisiyle kendine gelen Hayri, o ana kadar hiç görülmemiş bir
cesaretle kadının karşısına dikilip kendini kısaca tanıttıktan sonra müsaade isteyip yazdığı şiiri
okumaya başladı. Kadın, şaşkın ve ürkek bir ifade ile donup Hayri’ye bakakaldı. Onu gördüğü
gün yazdığı bu şiirden de anlayabileceği üzere aşık olmuştu ona. Bunu kadına söylerken hem
reddedileceği korkusu hem de aşkının karşısında duyduğu heyecan ile neredeyse yere
yığılacaktı. Kadın, ne yapacağını bilemedi. Yumuşayan yüz ifadesi ile bu hislere karşılık
veremeyeceğini anlatmaya çalıştı. Ama diyerek şiiri çok sevdiğini bazen arkadaşlarıyla
toplanıp şiir üzerine muhabbet ettiğini ve Hayri’nin de bu etkinliğe katılabileceğini de ekledi.
Bir süre sessiz kaldıktan sonra biraz daha konuşmayı sürdürüp, kadın gözden kaybolana kadar
izledi gidişini. Şimdi buruk bir heyecan yaşıyordu. Hiç değilse onu tekrar görebilecekti ve
adını da öğrenmişti. Kendi kendine söylenmeye başladı: Meriç, ne güzel bir isim. Elleri
cebinde yürürken birkaç eski apartmanın arasında sıkışıp kalmış agora meyhanesini hatırladı.

En son bir yıl önce uğramıştı, bu kasabada burayı açık tutabilmenin zorluklarını trajik bir
şekilde anlatan yaşlı adamı anımsadı. Agora meyhanesinin önüne gelince bir an camdaki
yansımasına daldı. Yüzünde upuzun bir günün endişesi, heyecanı, kederi hala duruyordu,
uzun zamandır tıraş olmayı unuttuğunu fark etti. Yeşil gözleri ve kavisli burnuyla beraber
yakışıklı sayılabilecek biriydi, Meriç ile ileride mutlu bir beraberlik yaşayabileceğini hayal
etti. Yansımasına bakarak düşünmeyi sürdürdüğü sırada meyhanenin sahibi yaşlı adam kapıyı
açıp selamladı onu. Hayri, derin düşüncelerden sıyrılıp yaşlının yüzüne bir süre baktı ve içeri
geçti. Her şey eskisi gibiydi, pek değişmemişti. İki sedir arasına yerleştirilmiş eski masalar,
geleneksel kilimlerin süslediği duvarlar ve eşlik eden yanık türküler ile oldukça küçük bir
mekandı. Eskiden marangoz olan bu adam kasabada Yaşar Usta olarak kazınmıştı hafızalara.
Yaşar Ustanın hep ketum ve ciddi bir duruşu vardı, Hayri’yi hatırlamıştı, içkisini servis
ettikten sonra muhabbet etmeye başladılar. Son zamanlarda yaşadığı olayları Yaşar Ustaya
anlatınca yüzünde ürkek bir ifade yakaladı. Hayri meraklanıp anlattığı olayların onu neden bu
kadar etkilediğini sordu. Yaşar usta önce bir süre durakladı sonra masadan kalktı. Bir müddet
sonra elinde içkisiyle gelip aşkın, ölümün tek keyifli yanı olduğunu söylerken hüzünden
buğulanan gözlerine dikkat kesilmeye başladı Hayri. Gençlik yıllarında bir kadını sevmeye
başladıktan sonra ona kavuşmak için denediği yol kalmamış, sonunda kendisi olmaktan çıkıp
yalnız, efkarlı bir adama dönüştüğünü uzun uzadıya anlattı. Yaşlı adamın bu haline üzülüp
ona teselli vermeye çalışsa da işe yaramadığını fark edince uzun bir sessizliğe büründü Hayri.
Bir süre sonra kalkıp eve gitmek için paltosunu alırken yaşlı adama bir süre baktı ve dışarı
çıktı. Hayatımda gördüğüm en yorgun adam diye söylendi.

Eve geçtikten sonra hemen sızıp uyudu. Meriç ve arkadaşları öğleden sonra kafede
toplanacaktı, Hayri de davet edilmişti ve daha sabahtan hazırlanmaya başlamıştı bile. Oğlunu
ilk kez bu kadar bakımlı gören annesi bir yandan seviniyor bir yandan da oğluna yiyecek bir
şeyler hazırlıyordu. Hayri, annesinin kaçamak bakışları arasında kendini dışarı atıp kafeye
gitti. Meriç’i görünce masaya doğru ağır adımlarla yürüdü. Meriç, arkadaşlarıyla tanıştırırken
aralarından birinin de nişanlısı olduğunu söyledi. Hayri, onu gördüğü andan beri kurduğu
hayalleri tek tek düşünmeye başladı sonra bunların her birinin içinde fırtınaya dönüştüğünü
hissedince kendine gelmeye çalıştı. Meriç’in çalıştığı okula yeni atandığını ve atandıktan
sonra nişanlısının da ardından geldiğini, beraber küçük bir evde yaşadıklarını da öğrendi.
Birkaç saat boyunca masada şiirler okundu, en güzel dizeler tekrar edildi, şairler anıldı, Meriç,
Hayri’nin şiir yazdığını söyleyince sohbet iyice hararetlenmişti Hayri için. Bütün bu
konuşmalar arasında aklında kalan tek bir şey vardı, aşık olduğu kadın, masada oturan
kıvırcık saçları, tombul yanakları ve sevecen gülümsemesi ile iyi sayılabilecek o adamla
nişanlıydı. Akşamdan kalan yağmur birikintileri arasında yürüdü, uzun sessiz bir sokağı geçti
ve kendini yine agora meyhanesinde buldu.

Köşede bir masaya oturdu, Yaşar ustanın yanına
gelip selam vermesi ile dalgınlıktan kurtuldu. Uzun ve içten bir muhabbetin başlamasıyla
beraber Hayri’de kederli bir ifade uyandı. O kadar çok konuşmuştu ki gecenin sonunda Yaşar
Usta ile Hayri arasında yakın ve güçlü bir bağ oluşmuştu. Sabah uyandığında kendini her
zamanki yatağında buldu. Son hatırladığı Yaşar Usta ile meyhanede Meriç ile ilgili
konuştuklarıydı. Annesi kapıyı çaldı ve iyi olduğundan emin olmak istediğini söyledi. Dün
gece yaşlı bir adamın onu kollarından destekleyerek eve getirdiğini görünce çok korkmuştu.
Hayri, iyi olduğunu, sadece yorgun olabileceğinden söz etti. Annesinin kendisi için
hazırladığı kahvaltı tepsisini alıp teşekkür etti. Bugün, gün geçtikçe artan boşluk duygusu
göğsünden başlayıp şakaklarına kadar zonklayan ağrıyı arttırıyordu. Odasında durmadan
dolanıp arada göz ucuyla sokağı kontrol ediyordu. Gerçekten de çok yorulmuştu, sandalyeye
oturup içindeki bu sıkıntının kaynağını üzerine kara kara düşündü. Meriç ile kavuşmalarına
imkan yoktu, belki de onu unutmalıydı. Bunu düşünürken aynı zamanda bunu
yapamayacağını da düşündü, onu o kadar çok seviyordu ki bütün hayatı artık buna
bağlanmıştı. O olmadan geçen her dakika yüreğinde sancılı ve gittikçe büyüyen bir hüzne
dönüşüyordu. Onu ilk gördüğü günün verdiği sevinçten eser kalmamıştı, şimdi hasta bir adam
gibi günden güne yitiriyordu hayat enerjisini. Bu düşüncelerle, karamsar günlerle yaklaşık bir
ay geçmişti. Artık kendini daha fazla tutamayacağını anlayıp Meriç ile tekrar konuşmaya
karar verdi. Bu kararı o kadar hızlı almıştı ki kendini bir anda Meriç ‘in çalıştığı okula
giderken bulmuştu. Okul dağıldıktan sonra Meriç’i görünce elini kaldırıp selam verdi. Onu
düşündüğü her saniyenin içinde derin bir boşluğa dönüştüğünü, o olmadan yaşamanın gittikçe
büyüyen acısını, duyduğu eksiklik hissini bir bir anlattı. Bunları sakin olmaya çalışan bir
tavırla söylüyordu. Telaşını her ne kadar gizlemeye çalıştıysa da Meriç’in kendini kötü
hissetmesine neden olduğunu anladığında gittikçe ağırlaşıyordu kolları. Hemen arkasındaki
duvara yaslanıp derin bir iç çekti, kararlı bir ifade ile onsuz yaşayamayacağını da ekledi.
Meriç dostane bir edayla onu sakinleştirmeye çalışsa da nafile bir çaba içerisinde olduğunu da
biliyordu. Beraber Meriç’in evine kadar yürüdüler, başı önündeydi Hayri’nin. Son bir kez
denemek ister gibi hiç değilse yaşamında olmak istediğini söyleyince bunun da bir işe
yaramadığını büyük bir hüzünle gördü Meriç’in yüzünde. O kadar sarsılmış ve üzgün
görünüyordu ki kendisini yatıştırmaya çalışan, karşısında öylece duran o kadının
söylediklerini algılayamıyordu bile. Çaresizlik içinde ve aklında ondan geriye kalan tek
sözcükle arkasını dönüp dalgın dalgın yürümeye başladı. Saatlerce yürümüştü, kasabanın
kanyonuna kadar geldiğini ancak aşağıdan gürül gürül akan nehrin sesini işitince fark etti.
Durdu, sonra biraz daha yürüdüğünde bu kederin ağırlığından sıyrılıp özgürleşebileceğini,
bütün bunların bir kabus olabileceğini düşündü, bütün ömrünün anlamsız bir bekleyiş
olduğunu, yazdığı şiirlerin hep bir yaşamak kaygısı olduğunu düşündü ve sonra yürümeye
devam etti. Yürürken Yaşar Ustanın aklında kalan bir cümlesini tekrarladı: Aşk, ölümün tek
keyifli yanıdır.

O günden sonra yaklaşık bir hafta geçti. Kimse Hayri’den haber alamıyordu. Sanki
karşılıksız aşkın üstüne saldığı bir lanetle bir anda yeryüzünden silinmişti. Annesi kaybolduğu
ilk günün gecesinde çoktan karakola gitmişti, o günden sonra da sürekli pencereden oğlunun
geleceği günü beklemeye başlamıştı. Duyduğu acı alnındaki çizgileri daha da belirgin bir hale
getiriyordu. Kapının çalmasıyla beraber hemen yerinden kalkıp kapıyı açmaya gitti, yüreği
yerinden fırlayacak kadar korkulu ve meraklı bir yüzle açtı kapıyı, karşısında bir gece
Hayri’yi eve getiren yaşlı adamı görünce ne yapacağını bilemedi. Yaşar usta da diğer
kasabalılar gibi Hayri’nin kaybolduğunu duymuştu, hem kadıncağızı ziyaret etmek hem de bir
ricada bulunmak için geldiğini söyledi. Konuşurken duyduğu üzüntü sesinin düşük
çıkmasından anlaşılıyordu. İçeri geçip pencere önündeki koltuğa oturdu, kadıncağıza bakınca
içi parçalanıyordu. Konuşmaya başlayacağı sırada kapı çaldı, gelen komşusu Mehmet beydi.
Hayri’nin ölü bulunduğunu söylemek için geldiğini söylemek istedi ancak kadının perişan
halini görünce yutkundu, ne diyeceğini bilemedi. Yaşar usta anlamıştı ve doğrulup ayakta
durmakta zorlanan kadının kollarından tuttu. Mehmet bey güçlükle de olsa Hayri’nin
bulunduğunu ve öldüğünü söyledi. Hayri’nin annesi için zaman bir anlığına durmuştu, bütün
ağırlığı ile içine çöken bu kara haberin etkisiyle bilincini yitirmek üzereydi. Mehmet bey ve
Yaşar Usta kadını koltuğa oturtup biraz olsun kendine gelmesini beklediler. Mırıltılarından
anlayabildiği kadarıyla oğluna gitmek istiyordu, Mehmet bey ve Hayri’nin annesi yola
çıktılar. Kadıncağızın çıktığı en uzun yolculuk olmuştu belki de. Yaşar Usta bir süre camdan
dışarıyı izledi, acılı bir annenin duyabileceği o korkunç acıyı düşündü. Yüzünü avuçlarının
arasına alıp bir süre bekledi sonra kalkıp Hayri’nin odasına girdi. Masada duran kağıtlara
baktı, uzun uzun vakit geçirdi kağıtta yazılanlarla. Sonra hepsini bir araya toplayıp yanına
aldı. Hayri’nin yazdığı şiirleri yayınlatmaya karar vermişti. O sırada yerde duran bir kağıt
çarptı gözüne. Hayri’nin yazdığı son şiiri olabileceğini düşündü, şiirin başlığı dikkatini
çekmişti ve kendi kendine tekrarladı: Sevgi yamasıdır içimizdeki boşluğun. Yaşar usta,
Hayri’nin yazdığı şiirleri de yanına alarak düşünceli ve gittikçe bilenen hüzünlü yüz
ifadesiyle sokağı yavaş yavaş yürümeye başladı.

Loading

Yazıyı nasıl buldunuz?

Oy için yıldıza tıkla!

Ortalama Oy / 5. Oy Sayısı

Oyu yok

We are sorry that this post was not useful for you!

Let us improve this post!

Tell us how we can improve this post?

Paylaşarak destek olabilirsiniz!
Ben Neslihan Ağrı. Ağrı’da doğup büyüdüm, ve üniversite eğitimini de Kars’ta tamamladıktan sonra rehber öğretmen olarak görevimi yapmaya başladım. Şiirle ilişkimiz ben çocukken başladı kısa kısa şiirler yazardım, hayatımda gittikçe önemi arttı şiirin. Çeşitli edebiyat dergilerinde şiirlerim yayınlandı. Şu anda hem yazıp hem de işimi yapmaya devam ediyorum.
Yazı oluşturuldu 6

Bir yanıt yazın

Benzer yazılar

Aramak istediğinizi üstte yazmaya başlayın ve aramak için enter tuşuna basın. İptal için ESC tuşuna basın.

Üste dön