Kasım sonunda geldik bu eve. Ben gelemeyecektim aslında ama hayat ne yaptı etti beni de sürükledi buraya. Daha gelmeden bu evi bulup beğenmiştim. Balkonundan çıkınca dalgalara karışıyorsunuz adeta.
Ben her deniz kenarı memleketin özellikle kış aylarını merak ederim. İmkân bulursam giderim kışını da görürüm. Belki sakinliği, sessizliği sevdiğimden. Belki insanlardan kaçtığımdan. Bilirsiniz; insanlar zor, insanlar kibirli, insanlar yakıcı. İlk defa bir kışı denize bu kadar yakın geçiriyorum. Hayatımın en pastoral kışı. Bir yanım deniz. Arkada yükselen tepeler. Yazın da güzel elbette ama, kışın bir ayrı. Sanki daha huzurlu, daha dingin, dünyevi tasalardan sıyrılmış gibi.
Bugün yine sıkıldım birilerine, bir şeylere. Evin içinde dört döndüm önce. Sonra baktım olacak gibi değil, çiseleyen yağmura aldırmadan çıktım balkona. Derin bir nefes çektim içime. Nasıl bir ferahlama anlatamam. Ufukta biriken bulutlar vardı. Beyaz, gri, füme, hafif mavilik de vardı sanki içlerinde. Umut gibi geldi o mavilik.
Daha dün maydanoz, dereotu ve roka ektim saksılara. Baktım henüz yeşerme yok. Masanın üzerinde geçen hafta tohumdan ektiğim biberler. Çok azı baş verdi. Yeniden ekmek gerekecek. İstanbul’dan gelirken getirdiğim gül ve telgraf çiçeği yeni topraklarına alışmaya çalışıyorlar. Sabır lazım boy vermeleri için. Bende sabırdan çok ne var.
Dalgalara döndüm sonra. Baktıkça hiçliğin içinde kayboldum sanki. İçime döndüm dalgalara bakarken. Yine kurdum bir mahkeme. Ne yaptım? Ne oldu? Acımasızca yargılarım kendimi. Haklıysam haklı, haksızsam haksız. Zaten kim kendine yalan söyleyebilir ki? İçeriden bir ses fısıldar gerçekleri yüreğe. Kendinden kaçmak imkânsız. Adil bir duruşma oldu. Sonunda kararını verdi vicdanım. Haklısın dedim kendime. Haklıya haklı. Kimsenin hakkını yemedim şimdiye kadar. Bu dünyadaki bir insanoğlu da çıkıp diyemez bana “Sen benim hakkımı yedin,” diye. Elimdeki adalet terazisi hassastır.
Kıpır kıpır deniz, hiç durmuyor, bir dans aslında bu deveran. Sığlık bulduğu yerde, karaya vuruyor sonra aslına dönüyor. Derin insanlar gibi; onlar da sığlık görünce aslına dönüyor, kabuklarına çekiliyorlar. Deniz demiyor karaya “Neden buradasın?” diye. İnsanlar da diyemiyor diğerlerine “Neden bu haset?” diye.
Bir gemi geçti açıklardan. Denizi ikiye yara yara. O geçtikten sonra yine eski haline döndü deniz, sanki o kocaman gemi hiç geçmemiş gibi. Dedim ki içimden; dertler gelse geçse ne olur, sen deniz gibi olduktan sonra. Deniz olmaya karar verdim. Dalgalansam da durulmaya, kıyıya vursam da derin kalmaya.
Deniz olmaya karar verdim ben bugün. Denize baktıkça dünyanın kudretini gördüm. Yanında hiçim. Yanında hiçiz. Aciziz, zerreyiz. Denize baktıkça dipsizliğini düşündüm. Belki onun kadar derin olamadığımızdan kendimizi bu denli önemli zannetmemiz.
Denize baktım uzun uzun. Ruhumu yıkadım, arındırdım. Ne dert kaldı ne tasa. Hayat çok kısa. Garanti yok ki bir sonraki sabaha. Gerek var mı değmeyecek şeyler için kırılmaya, küsmeye, yılmaya?
Derin bir nefes daha çektim içime. Yağmur durdu, güneş belirdi gri bulutların arasında. Deniz ışıl ışıl oldu. O an fark ettim yüzümdeki tebessümü. Dedim ki; tam zamanıdır bir kahvenin, az şekerli, bol köpüklü.